30 Temmuz 2012 Pazartesi

La antena / The Aerial / Anten (2007) - Estaban Sapir

 
La antena(2007) Esteban Sapir adlı arjantinli abimizden enfes bir ekspresyonizm/film noir/distopya/komedi/müzikal ve daha adını sayamayacağım,bilumum türler arası enfes bir başyapıt.bugüne kadar izlemediğime nasıl hayıflandım anlatamam.son zamanlarda izlediğim en nitelikli işlerden biri.dostlara şiddetle tavsiye ederim,bu nitelikle deneyime ben kefilim beğenmezseniz sövünüz,çekinmeyiniz:)mini bir sinopsis kabilinden şunları söylemek yeterli sanırım fazlası spoiler'a girer.''zamanın birinde sesi çalınmış bir şehir vardır'' ... kitle iletişim araçlarına,ideolojik ve baskı aygıtlarına,totalitarizme zeki bir eleştiri getiren bu çok ama çok sıkı filmi kesinlikle her sinemaseverin görmesi gerekli,şimdiden iyi seyirler :)
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/451746921525593/

26 Temmuz 2012 Perşembe

La science des rêves / The Science of Sleep / Rüya bilmecesi (2006) - Michel Gondry


Fantastik ve şizofrenik bir film.Bayılanda var ayılanda...Ben ortaüstü bir durumdayım,eğlendirici unsurları çok,mesajlar da var.Son olarak izlerseniz birşey kaybemeyeceğinizi söyleyebilirim.En azından kadro süper...

Sürekli rüya görme halinde olduğu için gündelik hayatı altüst olan Stephane Miroux (Gael Garcia Be

rnal) adlı eksantrik bir gencin beyninin içinde gelişen eğlenceli bir romantik komedi fantezisi.Uyku halindeyken "Stephane TV"nin karizmatik sunucusudur. Kartondan yapılma kameralar karşısında "Uyku Bilimi" hakkında yorumlar yapar. Gerçek yaşamındaysa Paris'teki bir takvim yayıncılık şirketinde sıkıcı bir işi vardır. Aynı apartmanda karşı dairede yaşayan Stephanie (Charlotte Gainsbourg) adlı güzel kıza ilgi duyar. Stephanie ilk anda Stephane'den etkilendiği halde sonradan çocuksu tavırlarını ve gerçeklikle zayıf bağlantısını görünce kafası karışarak uzaklaşır.
Stephane'ın kaba kişilikli bir insan olan iş arkadaşı Guy (Alain Chabat), bu işin çözümünün karşıt cinste olduğu önerisinde bulunur ama Stephane onun öğütlerini dinleyemeyecek kadar bulutların üzerindedir. Stephanie'nin kalbindeki sırları uyanıkken çözmeyi başaramayan Stephane, cevaplarını rüyalarında aramaya başlamıştır.
Sınır tanımayan yaratıcılığa dayalı ödüllü filmlerin (Eternal Sunshine of the Spotless Mind), müzik videolarının ve reklam filmlerinin yaratıcısı Michel Gondry'nin senaryosunu yazıp yönettiği "The Science of Sleep"; mukavva tüpler, selofan bantlar ve sınırsız hayal gücüyle şekillenen "kes-yapıştır" harikalar ülkesine tuhaf ötesi bir yolculuğu anlatır.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151003264828929&set=o.285196264847327&type=1&theater  

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Delicatessen / Şarküteri (1991) - Marc Caro / Jean-Pierre Jeunet


Eşine az rastlanır kalitede bir film.Kara mizah ve dekorlar bu kadar başarılı olabilirdi ancak.Jeunet'in bir diğer şaheseri Amelie kadar puanı yok belki ama ondan kat kat daha iyi olmasına rağmen hak ettiği popülariteye malesef sahip değil.izledikten sonra arşivlik olduğuna karar vereceksiniz zaten iyi seyirler.

Biletsiz'den ;

“post apokaliptik sürrealist kara komedi” gibi bir etiket ile ifade edilen bir filmin normal bir film olmasını kimse beklemez. Marc Caro’nun artistik yeteneği, Jean Pierre Jeunet’nin müthiş mizansenleri ile ikilinin elinden çıkan her iş gibi bunda da hayranlıkla seyredilecek büyülü bir dünya ortaya çıkmış.
Savaş sonrasının Fransa’sına dokunan, belki de onu daha absürd bir paralel evrenin içine çekip pastel tonlar ile süsleyen bu metaforik film hem eğlendiren hem de bazı şeylere inceden dokundurmayı başaran bir çalışma. Otoriteyi bir kasapla, parayı kasabın kontrolündeki etle ve otoriteye biat eden halkı kasabın sahibi olduğu apartmanın kiracıları ile anlatmayı tercih ediyor. Film hem bu anlam zenginliği ile hem de her sahnenin titizlikle planlandığını açıkça gösteren görselliği ile seyirciyi yakalıyor. Bunda elbette karakterlerin çok büyük payı var.
Jeunet ile Caro’nun karakter yaratımına dair bazı rivayetler vardır. İlk önce karakterleri yarattıklarını, bunları bir kavanoza atıp kavanozun içinden karakter çektiklerini söylerler. Gerçekten de bu ikilinin karakterleri herhangi bir hikayeye karakter olabilecek kadar iyi tasarlanmış karakterlerdir… İntihar etmek için fantastik metotlar tercih eden ama bir türlü emeline ulaşamayan Aurore ve güngörmüş kocası Robert… Absürd bir Romeo Juliette olan yeni kiracı illüzyonist Louison ile kasabın kızı Julie… Bodrumda yaşayıp kurbağa besleyen yaşlı kurbağa adam… İyi niyetli, şehvetli komşu matmazel Plusse… Aurore’nin intihar sesi olan adam ve ev arkadaşı… Yerin altında yaşayan ve et yemeyen troglodistler… Bütün bu acayipliği umursamadan eğlenen iki çocuk… Yaratılan mikrokozmosu destekleyen hepsi birbirinden güzel karakterler ikilinin karakter yaratımındaki maharetini açıkça göstermekte.
Karakterleri, görselliği, kendine has atmosferi ile çok esaslı bir film Delicatessen. İnsanların böyle şeyler hayal edebilmesi çok güzel bir şey; bir de bunu film yaptıklarında her şey bir Amelie filmi tadında oluyor, hayranlıkla dolu bir gülümsemeyi konduruyor o yüze, sonra aptal aptal sırıyorsunuz bütün gün.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150998684728929&set=o.285196264847327&type=1&theater 

20 Temmuz 2012 Cuma

99 francs (2007) - Jan Kounen


Kişilerin ekonomik olarak sömürüsünün en önemli dinamiği hiç kuşkusuz reklamdır. Bir yalanı; belki bir olmayanı sanki doğruymuşçasına ya da varmışçasına pazarlayan şey reklamdır. Bilirsiniz iktisat veya ekonomi derslerinde çok söylenen bir cümle vardır: “İnsan ihtiyaçları sınırsızdır” diye. Kapitalist ekonomik sömürünün beyin yıkama cümlelerinden biri olduğu kuşku gö
türmez bu cümlenin öncelikle bu işi yapmak isteyenlerin okuduğu bir bölümde ifşa edilmiş olması, bu beyin yıkamanın en önemli noktasıdır. Oysaki durum bundan biraz daha farklı olabilir.
İnsanın ihtiyaçları vardır elbet, peki olmayan ihtiyaçların sanki varmışçasına hissedilmesinin açıklaması nerededir? Bu önemli bir sorudur, çünkü kapitalizmin ana damarı bu histedir. Örneğin 100-150 TL arasında bir Polaroid bir güneş gözlüğü alınabiliyorken neden üzerinde DG ya da Vitton yazan bir gözlüğe 500-600 hatta 1000 tl verilebilmektedir? İhtiyaç dediğimiz güneş gözlüğü hangi noktadan sonra ihtiyacın dışında bir markalı fiyat saçmalığına dönüşür? Bu gibi soruların sorulabilmesi önemlidir; çünkü sistem bize bunun aksini söylemeye çalışmaktadır.
Kalite gibi, niceliksel ve de niteliksel olarak hesaplanabilecek olan bir nesne hangi noktadan sonra paraya, markaya ve dilimize doladığımız halde ne olduğu bir türlü anlamak için çaba sarf etmediğimiz “Kaliteli” olana endekslenir ve de biz bunu yutarız?
Filmin bu gibi sorulara cevap verme gibi bir amacı yok elbet; daha çok içerden bir kişinin kendi parasını kazandığı sisteme bir eleştirisi görünümdedir film. Ancak sorgulamayı seven bir izleyici bu filmin içersinde birçok cevap bulabilir, kanımca…

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150992710678929&set=o.285196264847327&type=1&theater
Gaav / The Cow / İnek (1969) - Dariush Mehrjui

 

Kiarostami, Panahi, Mahmelbaf vd. pek çok olağanüstü yönetmeni hepimiz tanıyoruz ama ne yalan söylemeli ben İran sinemasında böyle muhteşem ötesi bir filmin varlığını tamamen tesadüf eseri öğrenmiş bulundum. Kimi kaynaklar İran "Yeni Dalga"sının ilk örneği olarak gösteriyorlar bu efsanevi filmi. Ve Humeyni'nin de filmin büyük bir hayranı olduğu belir
tilmekte, İslam Devrimi'nin ardından güzel sanatlar alanında getirilen ciddi kısıtlamaların sinemayı teğet geçmesi bu filmin üzerinde yarattığı etkiye bağlanmakta. Vikipedi'den aldığım ve kaynağı da belirtilen bir not, dileyen ötesini kurcalayabilir onu da belirtelim...

Hasan ineğini inanılmaz derecede seven, ona tutkuyla bağlı bir köylüdür. İneği, ara sıra köye saldıran ve köylülerin mallarına el koyan Bolouriler tarafından kaçırılma tehlikesi altındadır, bu yüzden Hasan inanılmaz derecede dikkatli davranmak zorunda kalır. Bir gün köyü terk etmek zorunda kalır ve o uzaklaşmışken ineği bilinmeyen bir sebeple ölür. Köylüler Hasan'ın ineğine olan tutkusundan haberdar oldukları için onu bir çukura gömer ve Hasan'a da ineğinin kaçtığını söylerler. Hasan bu haber üzerine yıkılır, ineğinin kaçmadığına insanları ikna etmeye çalışır. En sonunda kendisini, kendinin ineği olduğuna inandıracaktır.

Bu olağanüstü güzel ve İran gerçekliğini müthiş biçimde yansıtan filmi izlemeden geçmeyin derim...
 

19 Temmuz 2012 Perşembe

Le Havre / Umut Limanı (2011) - Aki Kaurismaki

 
2011 Finlandiya-Almanya-Fransa ortak yapımı Aki Kaurismaki filmi. Sevgili Hüseyin, yönetmenin diğer filmlerini de anlatan güzel bir paylaşım yapmıştı daha önce. Geçen yıl festival zamanında izlemiştim ve maalesef ardına ardına film izlemekten de olabilir sıcaklığını, naifliğini yakalayamamışım o zaman. Hüseyin'e de söz vermiştim tekrar izlemek için.

Ayakkabı boyacılığı yapan, O'nu koruyup kollayan ve hastalığını gizleyen karısı ve mahallede esnaflık yapan bir kaç dostuyla sade, basit bir yaşam sürdüren Marcel'in yolu muhtemelen Sudan'dan kaçak gelerek konteynerde gizlenerek yaşayan göçmenlerin yerleri tespit olduktan sonra, içlerinden kaçan küçük çocukla limanda kesişir.

Bir avuç yoksul ve iyi insan büyük laflar etmeden, göstermeden, kavga etmeden, sadece inanarak ve gülümseyerek güzel bir masal sonu yaşatırlar bizlere.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/448061221894163/
In Bruges (2008) - Martin McDonagh

 
2008 yılı Belçika İngiltere ortak yapımı. Yönetmeni Martin Mcdonagh. Kadroda ise Colin Farrell ve Ralph Fiennes gibi iki usta oyuncu var.

Bir suç çetesinin patronu olan Harry, bir işi halletmeleri için adamları Ken ve Ray'i Londra’dan Bruges'e gönderir. Harry onları yeniden arayana kadar iki adam şehirde birer turist gibi davranıp belaya bulaşmaktan kaçınırlar. Fakat bela onları bulur. Garip durumlara şahit olan ikili patronları onları tekrar aradığında artık içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı içindedir. Üstelik bu defa çok sert patronları da oraya gelmektedir.

Çok iyi kotarılmış, son derece ilginç ve eğlenceli bir film In Bruges. Tadına doyulmaz güzellikteki görüntüleriyle aynı zamanda Imdb Top 250’de de yer alan bu çok keyifli filmi kaçırmayın diyorum.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/447972561903029/

17 Temmuz 2012 Salı

Babettes Gaestebud / Babette's Feast / Babette'nin Şöleni (1987) - Gabriel Axel

 
Konu Danimarka'da dinsel inançlarını en koyu şekilde yaşayan insanlar arasında geçiyor... Paris Champs-Élysées'de dünyanın en ünlü ve en pahalı restoranlarından birinde şef aşçılık yapmakta olan Babette Hersant, işlediği bir suç nedeniyle hapse girme tehditi karşısında Danimarka'ya kendisinin tanınmayacağı küçük bir köye sığınır... Köyde büyük saygı duyulan papaz babalarıyla yaşayan, köyden ayrılmamak için hiç evlenmeyen ve daha sonra babasının ölümünden sonra O'nu yaşatmak için dini ritüel ve toplantılar ile yaşamlarını sürdüren iki kız kurusu, Babette'i tanrının gönderdiğini kabul ederek, kendilerine yemek ve ev işlerinde yardım etmesi için az bir ücret karşılığı evlerine alırlar... Farklı yaşam ve kültürlere karşın aralarında zamanla oluşan yakınlaşma ve Babette'e Fransa'da çıkan piyangoda elde ettiği gelir ile köyde bir yemek şöleni düzenlemesi, bunun için Fransa'dan getireceği tabak, çanak, çatal, bıçak örtüler ve birbirinden güzel yemek malzemeleri ve içkiler ve Champs-Élysées'yi aratmayacak servis dinden başka hiçbirşeyleri olmayan Danimarka köylüleri tarafından nasıl karşılanacak...? Mükemmel bir film, bir başyapıt Sinemalar Com Puanı:9.00... Kaçırılmaması, izlenilmesi ve unutulmaması gereken bir film... Zaten izleyenler unutamaz bu filmi...Mutlaka da arşive alınmalı derim...İyi seyirler... 
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/447292245304394/
Crash / Çarpışma (2004) - Paul Haggis

 
2004 ABD yapımı. Yönetmeni Paul Haggis. Başlıca rollerde Don Cheadle, Matt Dillon, Terence Howard, Sandra Bullock, Brendan Fraser, Thandie Newton ve Ryan Philippe var. Oscar kazanmış müthiş bir film. Anlatmak ise son derece zor.

Bir kaza olur. Bu kaza Los Angeles’ta birbirinden habersiz yaşamakta olan sıradan insanların yaşamlarını birbiriyle kesiştirir. Otuz altı saatlik süreçte öyle beklenmedik gelişmeler olur ki gördüklerinize inanmakta güçlük çekersiniz. Kötü ve iyi insan kavramlarının mutlak olmadığını, her insanda kötülükle iyiliğin birlikte bulunduğunu anlatıyor film. Bunun anlatırken de birbirinden bağımsız ama iç içe geçmiş öyküler sunuyor. Özellikle ana tema ırkçılık eleştirisi fakat bunu çok farklı ve özel bir anlatımla veriyor.

Çok kaliteli, çok önemli bir film bu, sakın kaçırmayın.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/447282911971994/

15 Temmuz 2012 Pazar

The Great Debaters / Muhteşem münazaracılar (2007) - Denzel Washington


Teksas'ta, siyahi öğrencilerin çoğunlukta olduğu Wiley College'de profesör olan Melvin B. Tolson'un gerçek yaşam hikayesi...Profesör Tolson, eğitim eşitliğinden fazla yararlanamayan öğrencilerinin gelişimine katkı için bir tartışma grubu kurmaya karar verir. İlk başta ifade güçleri sınırlı olan bu öğrenci topluluğu, giderek ke
limelerin gücünü öğrenmeye başlar. Kendi dönemlerindeki toplantılarda yükselmeye başlayan Wiley Koleji tartışma grubu bir süre sonra Harvard'ın en güçlü rakibi olacaktır.
Tarihteki hak ve özgürlük mücadelelerine bakıldığında genellikle bunun şiddet yoluyla sağlanmaya çalışıldığı görülüyor.. 1930'lu yıllarda bazı üniversitelere alınmayan siyah tenli insanların içlerinden gelen o haklılık payının tamamına sahip olan sözcüklerle bunu sağlamaya çalışan bir öğretmen ve dört gencin ülkesinin demokratikleşmesi için ülkesine nasıl dev bir adım attırmaya çalışmaları konu ediliyor.
Filmi Denzel Washington yönetti ve oynadı,harikaydı da ama bir başka Denzel'e,Denzel Whitaker'e dikkat etmenizi öneririm...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150981624843929&set=o.285196264847327&type=1&theater 
Kings of the Road / Im Lauf der Zeit / Yolun kralları ya da Zamanın akışında (1976) - Wim Wenders


Yer, 1970′ler Almanyası. Zamanın Akışında" film projeksiyon makinesi tamircisi Bruno ve otostopta aldığı intihar eğilimli Robert" in uzun yolculuklarının hikayesidir. Bruno iki Almanya"nın sınırındaki kasabaları gezmekte ve film makinelerini tamir etmektedir. Robert ise içindeki çözümsüzlüğü yolculuk
la çözmeye çalışmaktadır. İkisi küçük kasabalara girdikçe bu garip sessiz yerlerdeki sinema salonlarının terk edildiğini kalanların da Amerikan filmlerine yöneldiğini görürüz.
Film Alman Sineması ve yaşamının amerikanlaşmasını, taşranın durağan görüntüleri eşliğinde lirik, durgun bir dille işlemektedir. "Kings of the Road" adıyla bilinen bu film Wenders"in son dönemde çektiği müzik ve görüntü şiirselliğini birleştiren filmlerinden farklı fakat son derece etkileyici bir çalışma

- Hepsi işini kaybetti demek?
- Evet, sesli filmler gelince işler zorlaştı. Esas sesli filmlerden bahsediyorum, kayıtlarından değil. Büyük bantlar olurdu. Her film 12-14 makara kadardı ve tabii ki sürekli kopardı.
- Favori film müziğiniz hangisiydi?
- ‘The Nibelungen’… İki bölümlük bir filmdi. Birincisi ‘Siegfried’, ikincisi ise ‘Kriemhild’s Revenge’. Ben-Hur da iki bölümdü, öyle hatırlıyorum.
- Sinemadan yeterince kazandınız mı?
- Hayır. Hele şu sıralar hiç!
- Küçük kasabalarda hiç sinema salonu kalmadı, farkında mısınız?
- Burada bir zamanlar çok fazla sinema salonu vardı. Ama talep kayboldu. Şimdi hepsi kapandı. Ama bu sinema varlığını on yıl daha sürdürebilirdi. Eğer hâlâ eskisi gibi filmler olsaydı… Yani eskiden olduğu gibi yapılsaydı.
- Sinemanızda eskiden işler iyi miydi?
- Evet, özellikle 1951′den sonra. Ama benim için işlerin fazla yolunda gitmesine izin vermezlerdi.
- Neden izin vermezlerdi?
- Çünkü ben bir parti üyesiydim. SPD yani NSPDAD, ya da adı her ne idiyse… Sinemamı geri alabilmek için 1950′de mahkeme önüne çıkmam gerekti. Pek çok sinema sahibi yaşadı bunları!

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150981640873929&set=o.285196264847327&type=1&theater  

13 Temmuz 2012 Cuma

Train de vie / Train of Life / Hayat treni (1998) - Radu Mihaileanu


Bence fazlasıyla keyifli bir film.Alışılagelmiş Nazi-Yahudi konulu filmlerden ama dramatik unsurlardan ziyade komedi ve müzik daha ön planda.Müzik Goran Bregovic ;)

1941 yılının karanlık bir gecesinde köyün delisi, Shlomo, yeri yerinden oynatacak bir haberle köye gelir. Tüm komşu köylerdeki Yahudiler Almanlar tarafından öldürülm

üşlerdir. Kalanların ise akıbetleri belli değildir. Şimdi ise sıra yaşadıkları köydedir. Aynı gece Rabbi'nin önderliğinde toplanan bilge kişiler, köy halkını kurtaracak en iyi yöntemi bulmak için düşünmeye başlarlar. Yine en iyi fikir Shlomo'dan gelir. Nazi'leri kandıracak bir tren kuracaklar, bir kısmı trendeki Nazi subaylarını oynarken bir kısmı da sürülen Yahudi'leri canlandıracaklardır, hatta trenin makinistleri bile köylüler olacaktır.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150977662888929&set=o.285196264847327&type=1&theater 
La strada / Sonsuz sokaklar (1954) - Federico Fellini


Fellini ve Anthony Quinn...Film için birşey yazmaya gerek var mı ;)
Reji, senaryo, oyunculuklar vs. her anlamda çok başarılı film...Gelsomina ve Zampano unutulmaz karakterler arasında yerini almıştır sinemaseverlerin gözünde...

Kısaca değinirsek konuya,Zampano sürekli gezerek tek başına gösteriler yapan bir sokak cambazıdır.Bir gün yanına, köyün birinden kendisine yardım etmesi için bir kız alır.Daha sonra birlikte çalışmaya başlayan çiftin arasında zamanla garip bir ilişki ortaya çıkar...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150977652393929&set=o.285196264847327&type=1&theater 
Fitzcarraldo (1982) - Werner Herzog


Takıntılı derecede bir opera sever olan Fitzcarraldo, Peru'nun küçük bir şehrinde bir opera binası inşa etmek ister. Fakat bunu başarmak için önce kauçuk işinde bir servet kazanması gerekir. Bu amaç dahilindeki planında büyük bir nehir botunu yerli Kızılderili'lerle birlikte küçük bir dağdan geçirmek vardır. Konusunu gerçek bir hikayeden alan bu film yönetmenine Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmıştır...Muhteşem bir film...

Filmin çekimleri Peru ve Brezilya'da yapılmıştır. 320 tonluk buharlı gemiyi karadan yürüterek tepeyi aşırtma sahnesi de dahil olmak üzere filmde hiçbir film hilesi veya özel efekt kullanılmamış.Film için iki buharlı gemi inşa ettirilmiş,bunlar çekimler sırasında parçalanmışlar.Birçok set işçisi de çekimlerde yaralanmış.Herzog'a göre böylesine bir girişim sinema tarihinde hiç yapılmamış ve yapılmayacak da.Söylentilere göre Güney Amerika'lı set teknisyenleri ve işçileri Werner Herzog 'un tekrar ülkelerine gelmesini dört gözle bekliyorlarmış.tabii onun boğazını sıkmak için ;)

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150977677608929&set=o.285196264847327&type=1&theater 

4 Temmuz 2012 Çarşamba

The Life Of David Gale / Ölümle yaşam arasında (2003) - Alan Parker


Kendi adıma bir başyapıt nitelendirmesi yapabileceğim bir film.Beyin fırtınası yapmak isteyenler bu filmi mutlaka izlemeli...Çok zekice kurgulanmış,kusursuz bir şekilde yönetilmiş,psikoljik ve finalide çok sağlam,özellikle finali,sizi tepetaklak yapacak cinsten...

David Gale ölüm cezası karşıtlarının en önemli isimlerinden birid

ir ve idam cezasının kaldırılması için büyük çaba sarf etmektedir.Kendisi gibi idama karşı çıkan Constance Harraway adındaki bayan tecavüze uğramış ve vahşice öldürülmüştür ancak bu trajik olayın acı tarafı ise suç David`in üzerine kalmıştır. gazeteci Elizabeth Bloom ile çok özel bir röportaj yapmayı kabul eden David ona olayı açıkça anlatır.Çok iyi bir haber yakaladığının farkında olan Bloom onun anlattıklarını dinledikçe olayın başka boyutlarını da öğrenir.Bu adamın hayatı onun ellerindedir ve bu masum adamı kurtarmak için hemen harekete geçer David Gale'nin idamına çok az zaman kalmışıtır ve çabaları vaktinde sonuç verip onu kurtarabilecekmidir...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150959863673929&set=o.285196264847327&type=3&theater 
Broken Flowers / Kırık Çiçekler (2005) - Jim Jarmusch


Yine bir yol filmi ve onun vazgeçilmezi nefis müzikler...Garip ve eğlenceli anların olduğu,oyunculuk olarak başarılı,iyi yönetilmiş bir film.Filmde durağan bir hareketlilik var,öyle ki Bill Murray duruyor ama sahne bir şekilde akıyor, burada ekstradan belirtmek isterim Bill Murray bu tarz,yalnız,uyuşuk,bezmiş adam rollerinin tartışmasız 1 numa
ralı ismi,onun o mimiklerini bile izlemek bazı durumlarda tebessüm yaratabiliyor,tamamıyla baştan aşağı bir oyuncu kendisi.
2005 Cannes Büyük Ödül sahibi bu film, Jim Jarmush'un 21yy varoluş sorularına komik ve minimalist bir göndermesi. Film Bill Murray'in canlandırdığı Don Johnston karakterinin bitik hayatının gizemli bir mektup ile tekrar ivme kazanması üzerine kurulmuş. Don senelerce adeta bir Don Juan gibi yaşamış ve Don Juan'vari bir şekilde kadınların kalbini çalmış, ama onlara bağlanamamıştır. Artık hayatı için bir anlam bulamayan Don, yaşayan bir sebze gibidir adeta. Son kız arkadaşının (Julie Delpy) onu terk ettiği gün, ismini açıklamayan eski bir kız arkadaşından, aslında bir oğlu olduğuna dair bir mektup alır. Sempatik, esrar çözmeye meraklı, iyi aile babası komşusu, bu mektubu yazanı bulması için onu teşvik eder ve hatta onun için tüm bu geziyi organize eder. Böylece Don'un geçmişindeki bu kadınları teker teker ziyaret ettiği bir yolculuk başlar. Her yol macerasının sonunda olduğu gibi, Don'da yolun sonunda anlayacaktır herşeyi. Jim Jarmush filmi yazarken, başrol için sadece tek bir isim düşünmüş: Bill Murray. Film adeta Jarmush ve Murray ortaklığı gibi. Ayrıca, Hollywood'un 50'lerindeki en ünlü ve seksi kadın yıldızları bu filmde izlemesi keyifli karakter oyuncularına dönüşüyorlar.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150959036378929&set=o.285196264847327&type=3&theater 

3 Temmuz 2012 Salı

This Is England / Burası İngiltere (2006) - Shane Meadows
2007 İngiltere yapımı. Yönetmeni Shane Meadows. Hayatımda izlediğim en iyi bağımsız filmlerden biri olarak hatırlayacağım muhteşem bir film.

1983 yılı İngiltere’sindeyiz. İngiltere Falkland Adaları için Arjantin’le kısa süren bir savaş yaşamıştır. Bu savaşta babasını kaybeden 12 yaşındaki Shaun annesiyle kenar mahallelerden birinde yaşamaktadır. Zor bir hayatları vardır. Shaun babasını kaybetmiş olmanın verdiği hınçla, asabi, sorumsuz ve kavgacı bir çocuk olmuştur. Bir okul dönüşünde sokak serserilerinden oluşan protest bir grup gençle tanışır, grup üyeleri çocuğu severler ve aralarına kabul ederler. Annesi başta tedirgin olsa da Shaun’un bu gruba duyduğu aidiyet hissine ses çıkarmaz hatta onay verir. Ancak, grubun liderinin eski bir arkadaşı hapisten çıkıp aralarına döndüğünde yaşadıkları hafif serserilik günlerinin aslında ne kadar masum olduğunu anlarız. Yeni gelen genç yaptığı hamasi ve aşırı milliyetçi konuşmaları ve davranışlarıyla onları etkilemeyi başarır ve grupta çözülmeler başlar. Güçlü İngiltere’yi ülkeye gelen ve yerleşen yabancılar mahvetmektedir. Ekonomik zorlukların ve işsizliğin temel nedeni yabancılardır, bir an önce bu düşmanlardan kurtulunmalıdır. Kahraman babası İngiltere adına savaşırken öldürülmüş olan Shaun acaba hangi tarafta yer alacaktır?

Aylak, sorumsuz, ağızlarından küfür, ellerinden içki, sigara ve ot eksik olmayan başıboş gençler üzerinden antifaşist, antimilitarist ve hümanist bir hikaye ancak bu kadar anlatılabilirdi. Film, asıl hikayesinde ilerlerken yan hikayelerle de senaryosunu güçlendiriyor. Örneğin Shaun’un karşı cinsle iletişim ve ilişki kurma çabaları, gençliğin kontrolsüz, savruk yaşamlarının perde arkasındaki nedenler…

Çok önemli, çok kaliteli bir film bu. Sakın kaçırmayın...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/441933175840301/
Roma, citta aperta / Rome, Open City / Roma, Açık Şehir (1945) - Roberto Rossellini


"Roma, Açık Şehir" İtalyan Neo-Realizm akımının ilk örneği olarak kabul edilen harika bir savaş filmi. Kahramanımız Manfredi Naziler tarafından aranan, direniş örgütünün en etkili isimlerinden biridir. Yeraltı örgütünün bir başka elemanı, bir süre için arkadaşı Francesco'nun evinde saklanmaya çalışır. Francesco, onun sevgilisi Pina ve mahallerindeki
kilisenin papazı Don Pietro hem örgütü desteklemek için çalışır hem de deşifre olmuş ve aranır haldeki Manfredi'yi öncelikle saklamaya, ardından oradan uzaklaştırmak için ona bir sahte kimlik ayarlamaya uğraşırlar. Rossellini'nin yanında, Neo-Realizm akımı için oldukça önemli bir isim olan Sergio Amidei ve usta yönetmen Federico Fellini de senaryo yazımında rol alıyorlar. Bu harika filmi herkesin mutlaka görmesini öneriyorum... 

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151026125753890&set=o.285196264847327&type=3&theater
Hombre (1967) - Martin Ritt


Kızılderili soykırımına yönelik içerdiği güçlü mesajı ile oldukça etkileyici ve başarılı bir Western. Arizona Apaçileri tarafından yetiştirilmiş, savaş sonrası esir edilmiş ve bir beyaz adam tarafından evlatlık edinilmiş olan "Hombre" tekrar Apaçilerin yanına döner. Günün birinde kendisini evlatlık edinen kişinin öldüğü ve kendisine bir pansiyon bıraktığını öğrenerek g
eri döner. Bir miktar at karşılığında çiftliği takas etme kararı alır. Atları alacağı yere doğru bir grup kişiyle birlikte yola koyulur. Tıpkı "Stagecoach" filmi gibi bu da bir posta arabası hikayesi ve gerçekten oldukça güzel, hiç yormadan akan bir film. Western türünün başyapıtlarından da biri tabii ki. Paul Newman tam anlamıyla döktürüyor. İzleyelim, izletelim :)

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Strangers on a Train / Trendeki Yabancı (1951) - Alfred Hitchcock
1951 ABD yapımı bir Alfred Hitchcock klasiği. Bence bir başyapıt. Hitchcock’un en sevdiğim filmlerinden, döneminin çok ilerisinde şahane bir klasik.

Ünlü bir tenisçi bir tren yolculuğu yapmaktadır. Tesadüf eseri tanıştığı bir yabancı ona çapraz cinayet teklifinde bulunur. Kendisi babasından kurtulmak istemektedir, tenisçinin de eşinden boşanmak istediğini ama eşinin buna yanaşmadığını gazetelerden okumuştur. Planı basittir, tenisçi onun babasını öldürecek, o da tenisçinin karısını öldürecektir. Böylece aralarında bir tren yolculuğunda tesadüfen karşılaşmak dışında hiçbir ortak nokta olmayan bu iki adamın cinayetlerle olan bağını çözmek polis için imkansız hale geleceğinden ikisinin de sorunları çözülmüş olacaktır. Ancak olaylar planlandığı gibi gelişmez.

Heyecan, stres ve gerilimin hiç düşmediği ve özellikle finalinde doruğa ulaştığı bu olağanüstü film mutlaka izlenmeli.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/441343329232619/
Seconds (1966) - John Frankenheimer


Kahramanımız Arthur orta yaşlı, bir bankada müdürlüğe terfi etmeyi bekleyen, kızı büyümüş ve bir doktorla evlenmiş, aldığı tekne ile emekliliğinde keyif yapma hayalleri kuran biridir. Bir gün öldüğünü sandığı bir arkadaşından bir telefon alır ve onun verdiği adrese gider. Muhatap olduğu "şirket" ona yeni bir yüz ve kimlikle hayata yeniden dönme şansı sunmaktadır. Burada görülür ki kahramanımızın inanılmaz derecede sıkıcı bir hayatı vardır ve bunalım içindedir. Bir başka hayata başlayan Arthur -yeni adıyla Tony- kendisine sunulan bu hayattan da memnun kalmayacak ve geçmiş hayatındaki hataların peşine düşecektir. Bir kez daha, en baştan her şeye başlamak için bir fırsat ister ama çıktığı yol onu istediği yere götürmeyecektir. Sinema tarihinin en etkileyici ve kendisinden sonrakilere ilham verme noktasında en başarılı olmuş filmlerinden biri. Mutlaka görülmeli...
 
Days of Heaven / O Güzel Günler (1978) - Terrence Malick

 

"O Güzel Günler" Chicago'da kız kardeşi ve sevdiği kız ile birlikte yaşamakta olan Bill bir ağır sanayi işçisi olarak çalışmaktadır. Bill Abby'yi sevmesine rağmen diğer insanlara birbirlerinin kardeş olduğunu söylerler. Bill iş yerinde yaşadığı bir kavganın ardından kızlarla birlikte oradan uzaklaşır ve güneye doğru yol alırlar. Bir çiftlikte mevsimlik işçi olarak çalışmaya başlarlar. Çiftlik sahibi Abby'ye ilgi duymaya başlar ve Bill tesadüfen onun ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve 1 sene içinde öleceğini öğrenir. Bill, Abby'yi çiftlik sahibinin duygularından faydalnması ve onun mirasına konması için teşvik eder. Ne var ki işler Bill'in istediği gibi gelişmeyecektir. Malick filmografisinin görsellik konusunda aşmış bu nadide parçasını mutlaka görmelisiniz...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151023703013890&set=o.285196264847327&type=3&theater 

1 Temmuz 2012 Pazar

Baran / Rain (2001) - Majid Majidi


Bir pazar filmi de benden...Daha önce Hasibe'nin tanıttığı ve benim dün izlediğim "Serçelerin Şarkısı" filmini yöneten Majid Majidi'den bir aşk filmi,hem de ne aşk...

Film, Sovyet İşgali'nden kaçıp İran'a göç eden bir kısım Afgan mültecinin yaşam mücadelesi üzerinden başlıyor kendini anlatmaya. Doğduğu toprakları göremeyen, anayurdunun havasını soluyamayan, o s
entetik yabancılık duygusunu çehresinden atamayan Samsa'ların inşaatlarda çalışması ve burada gelişen hadiseler, kasvet dolu bir ruha bürüyor izleyiciyi. Muhabbetlerinden başka zenginliği olmayan bu garip insanların arasında toy bir İran delikanlısı vardır: Latif. Geçimsiz ve haylaz olan Latif'in, bir gün inşaata kendisinin yerine gelen ve işini elinden aldığı için kızgın olduğu Rahmet'in kız olduğunu farketmesiyle büyük kalp yolculuğu başlar. Rahmet, babası sakat olduğu için çalışamayan ve evinde çalışacak kimsenin olmamasından ötürü çalışmak zorunda olan, lakin Afgan mültecisi olduğu için inşaattan başka çalışacak yeri olmayan ve bu uğurda erkek kılığına girecek kadar çaresiz olan güzelimiz Baran'dır. Latif'i güzelleştirecek olan Baran...Uzaktan sevmenin, varlığıyla yetinebilmenin, aşkı haya ile sentezleyebilmenin fotoğrafıdır Latif. Gizli köşelerden, gizli kapılardan seyreder aşkını. Güzelliğini görüp dokunamanın hüznü değil, aşkına çamur bulaştırmamanın güvenidir Latif'in yüzüne yansıyan sonsuz ışıktaki sır...

Filmde ağırlıklı olarak bölgenin yaşamla bütünleştirdiği islami düşünüş hissettirilmektedir.Zaten genel mesajda kavuşmanın olmadığı ve/veya olmaması gerektiği,asıl aşkın ilahi olduğu yönündedir.Bu kısım izlenirken gözardı edilir ya da edilmez ama bence film oldukça başarılı,sıkılmadan izleyeceğiniz bir film,tavsiye ederim...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150953006098929&set=o.285196264847327&type=3&theater 
Point Blank (1967) - John Boorman
"Dönüşü Olmayan Yol" Sinema tarihinin köşe taşlarından biri kabul edilen çok büyük bir film. "Film-Noir" türünün "renkli" yolculuğunun ilk adımı sayılmakta kendisi. Aynı zamanda "Psycho-Noir" olarak adlandırılan türün de ilk örneği olarak görülmekte kendisi. "Chinatown"dan tutunda "Jacob's Ladder"a, "Fight Club"a uzanan bir yolun giriş kapısı niteliğinde. Kahramanımız Walker, en yakın dostu Reese ve eşi Lynne ile birlikte Alcatraz hapishanesinde gerçekleşen bir değiş tokuşa müdahale eder ve paraya el koyarlar, ne var ki Reese ve eşi Walker'a ihanet ederek onu vurur ve hakkı olan kısımı da götürürler. Walker vurulduğu yerden çıkar ve kendisine ihanet edenlerin peşine düşer. Gel gelelim işin arkasında büyük bir örgüt vardır ve Walker büyük engellerle boğuşmak zorunda kalacaktır. Sinema tarihinin tam anlamıyla mihenk taşlarından biri olan bu filmi görünüz...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/440670102633275/
Mon Oncle / Amcam (1958) - Jacques Tati 
"Dayım" Uzun zamandır böylesine kahkahalarla güldüğüm bir film daha hatırlamıyorum. Fevkaladenin fevkinde, muazzam bir film. Jacques Tati'den olağanüstü bir modernizm eleştirisi. Kız kardeşinin teknoloji çılgınlığı ile donatılmış evini ziyaret eden ve şehrin "öteki" yakasında ikamet etmekte olan Mösyö Hulot'nun başından geçenleri anlatan, insanı yerlere seren harika bir komedi. Her sahnesinde ince bir ayar, her sahnede eşsiz bir ayrıntı gizli. İnsan sıcaklığının uzağında, teknolojinin kucağında kaybolmuş ilişkiler ve Akdeniz insanının sıcak kanlılığını, şamatacılığını yaşatan bir başka dünya ve oraya ait olan Mösyö Hulot. Dayısı Hulot'nun en büyük hayranı ise evde sıkıntıdan patlayan ve hayatın doğrudan yaşandığı dayısının mahallesinde kaçamak yapmanın peşinde koşan küçük yeğen Gerard ve bu ikilinin harika ilişkisi :) Sembolizmin doruklarında gezen, keskin bir "modern hayat" eleştirisi barındıran bu muhteşem komediyi -ola ki hala izlememişseniz- bir an evvel, kesinlikle görün derim :)
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/440727955960823/
Machuca (2004) - Andrés Wood
Manuela Martelli
Bu sene izlediğim en güzel filmlerden biri.10 tane ödül almış olması,çocuk oyuncularının doğallığı,müziği önemli tabi ama benim için asıl izlenir kılan samimi bir dili olması sanırım.Güzel film.Tavsiye ederim..
1973 yılı Şili. 10-11 yaşlarındaki iki erkek çocuk.Gonzalo yaşamını güzel bir semtte sürdürürken, aynı yaşlardaki Machuca gecekonduda yaşıyor.Filmde hayranlık duyarak izlediğim özel okul müdürü Peder bu iki grubu kaynaştırmak için zengin sınıfa yoksul öğrencilerden bir grup alıyor.Machuca ve Gonzalo'nun dostluğu böyle başlıyor.İkisi de birbirinin hayatını keşfediyor.Filmin finalinde 1973 yılındaki kanlı Şili darbesi var.Bunu bir çocuğun tanıklığıyla izliyorsunuz.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/440912395942379/