29 Kasım 2011 Salı

Manderlay (2005) - Lars von Trier

 

Dogville’den ayrılan Grace, babasıyla birlikte yola çıkmıştır. Yaşadığı yerden uzun süre ayrı bulunmak yer altı dünyası için son derece vahim bir olaydır. Bu sebeple Grace’in babası adamlarıyla birlikte yeniden yükselebileceği bir yer arayışına girmiştir. Arabayı güneye sürerler ve tesadüf bu ya Manderlay adlı bir kasabada mola vermeye karar verirler. Bu mola esnasında Grace arabada otururken siyahî bir kadın arabaya yaklaşır ve yardım ister. Babasının yoğun ikazına rağmen dik başlı Grace bu siyahî kadını takip eder ve kasabaya gider. Grace, kasabaya vardığında karşılaştığı manzara dehşet vericidir. Bir beyaz, siyahî bir adama işkence yapmaktadır. Grace bu işe hemen bir son vermesini ister. O sırada Mam adında yaşlı bir kadın olayların şekil değiştirmesine sebep olur. Kasaba sakinleri kölelik sisteminin yetmiş yıl önce kalktığından habersizdir ve siyahî vatandaşlar beyazlara hizmet etmektedir. Bu süre zarfında kasabaya ulaşan Grace’in babası vakanın büyümesine engel olur. Grace bir süre sonra bu sistemin Mam tarafından yazılan anayasa kitabı baz alınarak yürütüldüğünü fark eder ve buradaki sistemi düzeltmek için buraya yerleşmek ister. Fakat bu defa Grace sorunuyla sonuna kadar baş başadır. Babası kalmayı tercih etmesi halinde onu kurtarmaya gelmeyeceğini söyler ve adamlarını bırakıp kasabayı terk eder.
Genellikle ahlâk kavramına odaklanarak insan doğasına atıfta bulunan mesajları tercih eden Trier, bu defa serinin adına uygun olacak şekilde daha dar kapsamlı bir konuya odaklanmış ve eleştiri oklarını direkt Amerika’ya yöneltmiştir. Köleliğin yıllar önce kalktığı bir dönemde, bir Amerika kasabasında yaşanan dramatik olaylar silsilesinin yine başkahramanı olacaktır merhametli Grace. Manderlay kasabasında bir sistem değişikliği gerekmektedir. Yıllarca beyazlar tarafından sürdürülen yozlaşmış, adaletten ırak sistem siyahları tahakküm altına almıştır. Dünyada olanlardan bihaber olan ahali, bu şekilde yaşamını sürdürmektedir. Oysaki Grace belki onlar için bir kurtarıcıdır.
Siyah beyaz ayrımı, kölelik sistemi ve ırkçılıktan çok daha ötede derdi var aslında yönetmenin. Daha önce defaatle karşılaştığımız ırkçılık filmlerinden değil asla! Hani şu başında siyahîlerin ezildiği, sonra yavaş yavaş mazlumlara zafer kazandırıp, insanları ekran karşısında mutlu eden basit Oscar’lık filmler…
Aksine çok farklı bir amaç güdüyor her zamanki gibi. Şöyle izah ediyor derdini:
“Grace’i, tüm dünyaya Amerikan yaşam tarzını kabul ettirmeye çalışan günümüz ABD’sine benzetmek çok kolay. Aynı zamanda Grace’in benim yarattığım bütün ana karakterler gibi olduğuna dikkat çekmek de yerinde olur. Grace herkes için hep en iyisini istiyor, ama her şey cehennemi bir hal alıyor. Irk politikaları göz önüne alındığında filmimin alışıldık normlar dışında algılanmasını bekliyorum. Eğer birilerini kışkırtıyorsam, bana göre hava hoş. Boş provokasyonlar pek işe yaramaz, ama bir kışkırtmayla bir sürü ağır tepki alırsan hedefi on ikiden vurdun demektir.”
Görüldüğü gibi, filmde söylemek istediklerini çok iyi şekilde özetlemiş usta yönetmen. Mesele toplumun yaşayış biçiminden ziyade dışarıdan gelen ve iyilik ile güzellik vaat eden Grace’in yaptırımları… Tartıştığı şey daha düz bir ifadeyle, doğruluğa bakış… Kimin doğrusu, neyin doğrusu? Öyle ya, aşina olduğumuz bir gerçek bu! Sadece Amerika diye kısıtlamak bile lüzumsuz. Gelişmemiş bir ülke toplumsal sorunlar ve anlaşmazlıklar yaşar. Ona demokrasi veya iyilik getirmek için büyük bir devlet sorumluluk alır. O sorumluluk alan yetki sahibinin vaat ettiği nedir, tam olarak sunduğu nedir? Dogville’de karşımıza çıkan kibir kavramı yine çıkar ortaya, hani şu Şeytan’ın en çok sevdiği günah…
Kasabaya gelen ve her şeyi düzeltmeye çalışan Grace… Neden? Öyle olması gerektiğini düşündüğünden… Serinin ilk filminde öz eleştiri yaptıran ve insan doğası üzerinden dersler veren Trier, ikinci filmiyle biraz daha sistemi eleştirip, toplumsal bir analiz yapmıştır. Üç saatlik ilk film sonrası gözlerin aşina olmasının da etkisiyle ikinci filmde yadırganmayan dekor da filmin yapısına ayak uydurunca tadından yenilmez bir Trier filmi daha ortaya çıkmış.
Artık gözler gelmek bilmeyen Wasington’un yollarında… (eksisinema.com'dan)

https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/297527733614180/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder