26 Kasım 2012 Pazartesi

Savrseni Krug / The Perfect Circle / Kusursuz Çember (1997) - Ademir Kenovic



Silahı tutan değil de silahın baktığı tarafı izlediğimiz bir film değil midir bize savaşı daha iyi anlatan. Bizleri anlamsız kahramanlık hikayelerinden kurtaran?

Bu film, o film işte. "Savaş dediğin nedir? Neden olur? Sonuçları nelerdir?" gibi soruların kaynağının anlamsızlığı üzerine dikkat çeken filmlerin sinema tarihinde farklı bir yerde bulunması gerekir. Özellikle de bahsettiği coğrafyada geçen bir savaştan yalnızca iki sene sonra çekilmiş ve köküne kadar eleştirel bir filmin. Kusursuz Çember ya da orijinal dilinde Savrseni Krug’un.

Abdulah Sidran’ın bir şiiriyle açarız filmi. Daha bu ilk sahneden itibaren bizi normal bir savaş filminin beklemediğini anlarız. Ailesinin bu kıyımdan kurtulması için ülkeden gönderen ancak karakterin kendi deyimiyle onları uzaktayken daha çok özleyen Hamza vardır eksenimizde. Bir şair olan Hamza, belki şartlardan dolayı belki de kendi isteğiyle kalmayı seçmiştir Saraybosna’nın kan püsküren topraklarında. Belki de bir şair romantizmiyle bağlıdır ülkesine.

Ailesini gönderdiği günün akşamında evde iki çocuk bulur: Adis ve Kerim. Sırp milislerin bastığı köyden kurtulmayı başaran bu kardeşler, kimsesiz bir şekilde Hamza’nın hayatına girmiştir. Filmin adı gibi adeta mükemmel bir çember devinimiyle Hamza’nın hayatı, yeni bir aileye merhaba demiştir. Savrseni Krug’un hikayesi de işte tam burada başlar.

Adis ve Kerim, ailesinin ayrılmasıyla birlikte büyük bir boşluğa, yalnızlığa düşmesi muhtemel olan Hamza’nın hayatına tatlı bir uğraş katmıştır. Bu iki çocuk, Hamza’nın karanlık ve soğuk dünyasına bir renk, bir sıcaklık getirmiştir. Tam da Hamza’nın ailesiyle birlikte renklerini de kaybettiği ana denk gelmeleri de çok ayrı bir tesadüf ve hiçbir şeyin sebepsizce gerçekleşmediğinin kanıtıdır adeta.

Savaşın bitmesinden yalnızca iki sene sonra yapımı biten filmin sahip olduğu sahneler, yaşananların birebir kanıtı niteliğinde. Ademir Kenovic ve Abdulah Sidran birlikteliğinden doğan bu güçlü film, iyi bir deneyim vaat ediyor. Yavaş yavaş ama derinden yaptığı sert eleştirileri, gözlem gücü, şiirsel atmosferi, sahne yaratımı ve oyunculuklarıyla oldukça başarı bir yapım oldu. Filmin kötü adamı ise savaş.

Ve bir diyalog;

-Hiç bu kadar çok ışık gördünüz mü?
Bu kadar elektriği nereden buluyorlar?
-Fransızlar ne isterlerse alırlar.
Ama nereden buluyorlar?
-Jeneratörden.
Vay!
-Bunlar Fransız.Herşeyleri yolundadır!
Şimdi ne yapacağız?
-İzleyeceğiz.
Yaklaşabilir miyiz?
-Tabi. Ta ki parmaklıkların dibine kadar.
Gerçekten herşeyi aydınlatıyor!
-Onların suyu da var.
Nerede?
-Orada! Bakın nasıl akıyor.Bir sürü su.
Bak, Kerim, gerçek su.Çeşmeden akıyor! Bak! Sırp milisler onlara da ateş ediyor mu?
-Nadiren. Bir gün bizde onlar gibi yaşayacağız.
Aynı onlar gibi mi?
-Tabi. Bak!
O zamana kadar onların neleri olacak?
-Allah bilir!

Alıntılarla tanıtmaya çalıştığım bu filmi izlemenizi öneririm.


https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/498871963479755/ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder