1 Aralık 2011 Perşembe

Sur / Güney (1988) - Fernando E. Solanas

 

Arjantinli yönetmen Fernando Solanas, nam-ı diğer ‘Pino’, sadece ülkesinin değil, tüm Latin Amerika’nın yüzlerce yıllık ezilmişlik tarihinin sinemadaki haykırışı oldu. Askeri diktatörlüğün ülke yönetimini ele geçirmesiyle, o çok sevdiği vatanından ayrılmak zorunda kalırken bile, “ülkemden kopmuyorum ben, asla sessiz kalmayacağım” demişti. Solanas, hiçbir zaman ılımlı, ürkek ve alçakgönüllü bir san
atçı olmadı. Ama sinema dilini oluşturan politik yorumlamalarında, slogancı ya da çığırtkan bir üsluba da sığınmadı. Adını söylemekten kaçınmadığı idolü ise, Luis Bunuel idi.

Venedik Film Festivali’nde jüri özel ödülü kazandığı Tangos, l'exil de Gardel-Tangolar, Gardel’in Sürgünü (1985) filminde Genet, Beckett, Stravinsky, Bunuel ve Eisenstein’dan beslendiğini söyler. Paris’te yaşayan Arjantinliler’in, tangonun sihirli ve hüzünlü müziği eşliğinde dansları, mimikleri ve aşklarıyla, memlekete dair anılarında yaptıkları bir yolculuktur film. Solanas’ın bir siyasi sürgün olarak kendini ifadesi Carlos Gardel adlı şarkıcı kahramanında somutlaşır. Kamera, apartmanların arasında dolaşarak şiirsel ve çocuksu düşler çağrıştıran bir renk cümbüşü yaratır. Filmin temposunu artıran ‘tango-dy’ (komedi, trajedi ve tangonun karışımı olan gösteri) sahnelerinde, sürgündeki insanın düşkırıklıkları içimize işler adeta. Solanas, bu önemli filmini, ünlü sinemacı Yılmaz Güney’e adamıştır.

Sanatçı, Cannes Film Festivali’nde seyircilerin en çok beğendiği ve kendisine de ‘En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran Sur-Güney (1988) yapıtında, sürgünden eve dönüş üzerinde yoğunlaşır. Astor Piazzolla’nın müziğiyle damgasını vurduğu film, askeri diktatörlüğün sona ermesinden sonra hapishanelerde yıllarca zulüm görmüş insanların, özgürlüğe kavuştuktan sonra geçmişleri ile hesaplaşmaları, sevdikleri ile ilişkilerini gözden geçirmeleri üzerine, bellekleri yeniden bir sorgulamadır.

Solanas'ın çağdaş bir ‘Odyssey’ sayılabilecek olan El Viaje-Yolculuk filmi (1992), daha önceki iki filmine eşlik ederken ünlü yönetmen de Latin Amerika deneyiminin kendine has özellikleriyle uğraşmayı sürdürür. El Viaje, yaşamında bir anlam bulma savaşı veren genç bir Homeros kahramanının müthiş yoğunlukta yaratıcı, mitlere dayalı sembolik bir mozaiği gibidir. Filmin ana karakteri genç Martin, yol boyunca Solanas'ın 90’larda Arjantin'i temsil ettiğine inandığı saçmalık ve çelişkilere rastlar. Yönetmen bu filmi çektiği sıralarda çıkış noktasını şöyle açıklar: "Latin Amerika baştan aşağı bir felaket bölgesi. Nüfusun büyük bir bölümü de gittikçe daha ağırlaşan bir yoksulluk içinde yaşıyor. Babalar, onlara ihtiyaç duyduğunuz zamanlarda ortada yoktur. Artık biz Latin Amerikalılar’ın da büyümemizin, kendi planlarımızı yapmamızın ve bisikletlerimize binerek yola düşmemizin vaktidir." İlgi alanı ve amaçları açısından epik yapıda olan El Viaje, yüzlerce yıldır kötü yönetimler altında çırpınan bir kıtanın ruhuna ithaf edilmiş bir ağıt ve aynı zamanda hüzünlü bir aşk şiiridir. Daha da ilginci, bu film, Güney Amerika ülkelerinde günümüzde görülen köklü dönüşümlerin öngörüsü gibidir. Simgesel bir anlatımı yeğlediği La Nube-Bulut (1998) filminde yönetmen, Arjantin siyasi tarihine göndermeler yaparak, çok uzun süredir yağmura teslim olmuş bir kentte, insanların kabusa dönüşen yaşamlarından hareketle toplumsal ve siyasi yaralara parmak basmaya devam eder.

Fernando Solanas’ın sineması, yerelden evrensele uzanan bisiklet yolculuğudur. Sürgünde yaşamış sanatçı duyarlılığı ile her filminde bizlere de ‘bir turluğuna’ bisikletini verir. Rüzgara karşı pedala her basışımızda, tangolardan yükselen hüzünlü nağmeler, gözlerimizi daha da buğular. Peşinden koştuğumuz Solanas’ın film kareleri, düşlerimizdeki bambaşka bir dünyanın müjdecisidir. (CNBC-e Dergi-Şubat 2006)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder