Central do Brasil / Central Station / Merkez İstasyonu (1998) – Walter Salles
Fransa - Brezilya ortak yapımı olan muhteşem bir film daha... Bir sevgi
ve insanlık öyküsü. Bazen komik, bazen öfkeli ama çoğu zaman insanın
yüreğini burkan duygusal bir film.
Fransa - Brezilya ortak yapımı olan muhteşem bir film daha... Bir sevgi ve insanlık öyküsü. Bazen komik, bazen öfkeli ama çoğu zaman insanın yüreğini burkan duygusal bir film.
Cümlemin arkasında
durabilecek kadar bilgi sahibi değilim ama Walter Salles yol filmleri
konusunda iyi bir yönetmen gibi geliyor bana (daha önce de “The
Motorcycle Diaries” filmini paylaşmıştım)
Bir
yandan da daha önce kimlik arayışına değindiği “foreign land” ı da
düşünürsek ve birleştirirsek bu film için “insanın kendinde yol alışı”
diyebiliriz.
Isadora, öğretmenlik yaptığı yıllardan sonra gelen
emeklilik döneminde ‘’ay sonunu getirebilmek için’’ Rio de Janerio’nun
bir tren istasyonun mektup yazıcılığı yapmaktadır. Okuma yazma oranının
düşüklüğüyle birlikte ülkenin daima göç halindeki insanlarını apaçık bir
şekilde görebildiğimiz bu anlarda Isadora’nın karşısına bir kadın
oturur ve ayyaş kocasına bir mektup göndermek istediğini söyler.
Mektubun yazılması ve Isadora’nın evine gidip günlük mektup ayıklamasını
yapmasıyla birlikte gün boyunca birbiri ardına gelen onca insanın
içerisinden hangisinin bizim odak noktamıza yerleşeceğini anlamamız uzun
sürmez.
İnsanların gün boyu yazdırdığı mektupları aynı günün
akşamında kendi tahlil mekanizması içerisinde değerlendirip yırtıp veya
yırtmayacağına karar veren huysuz bir kadın profili var karşımızda. Bu
huysuzlukları filmin başında neredeyse her anda hissettiriliyor.
Ertesi gün aynı kadının çocuğuyla birlikte Isadora’nın zaten
göndermediği mektubu değiştirmek için gelmesi bunun ertesinde annenin
talihsiz bir kazaya kurban gitmesiyle birlikte Josué ve Isadora’nın
yolları tam anlamıyla kesişiyor. Isadora’nın istasyonda yaşamaya
başlayan Josué’yi son bir çare olarak babasına götürmeye karar
vermesiyle birlikte film ana eksenine oturur ve yolculuk başlar. Bunu
takip eden olaylar vasıtasıyla birbiriyle hiç anlaşamayacak iki farklı
karakterin yakınlaşmasını ve sağlam temellere oturan arkadaşlıklarını
izliyoruz.
Ekşi’den iki yorum;
“Yaşanmışlıklardan
sonra kalbine bir set çeken orta yaşını geçmiş bir kadının, dokuz
yaşındaki agresif ama akıllı ufaklıkla geçirdiği zaman ile eşdeğer
biçimde insancıl tarafını keşfetmesi, kendisinden bile beklemediği duygu
patlamarıyla yeniden doğuşu anlatılıyor; her ne kadar mevzular küçük
çocuğun (josué) üzerine kurulu olsa da... o denli sağlam bir ifadeyle
rolünü kotarıyor ki josué rolündeki vinícius de oliveira, dora rolündeki
fernanda montenegro'nun performansına performans katıyor, motive
ediyor, adeta oyunculuk dersi vermesine sebep oluyor. bu kadar uyumlu
bir ikiliyi beyaz perdede izlemek de, seyirciye resmen duygusal ilaç
desteği veriyor desek yeridir, benden söylemesi.”
“Gördüğüm en
hümanist filmlerden birisi, insan hikayeleri her şeyin önünde tutuluyor,
bu yanıyla oldukça gerçekçi, her insanın (bizim jesus kadar küçük bile
olsa) bir öyküsü, geçmişi, umutları, göz yaşları, kendine has bir
gülümsemesi var...her insan eninde sonunda beyinden değil bir kalpten
ibaret...bu motifler film boyunca en rafine haliyle arzı endam ediyor,
sosyal çöküntü, fakirlik, yalın/güzel müzikler bu hikayeye fon teşkil
ediyor, oyunculuklar görülebilecek en duru formda ve filmin en sağlam
yönü, sanki yanı başınızda ağlıyor o veled, öyle dokunuyor insana,
babasıyla ilgili bazı sahnelerde, animelerdeki gibi kocaman göz yaşları
döküyor bu çocuk ve babasız olanlarda daha bi burun sızlatıyor!.”
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/489969524369999/
Isadora, öğretmenlik yaptığı yıllardan sonra gelen emeklilik döneminde ‘’ay sonunu getirebilmek için’’ Rio de Janerio’nun bir tren istasyonun mektup yazıcılığı yapmaktadır. Okuma yazma oranının düşüklüğüyle birlikte ülkenin daima göç halindeki insanlarını apaçık bir şekilde görebildiğimiz bu anlarda Isadora’nın karşısına bir kadın oturur ve ayyaş kocasına bir mektup göndermek istediğini söyler. Mektubun yazılması ve Isadora’nın evine gidip günlük mektup ayıklamasını yapmasıyla birlikte gün boyunca birbiri ardına gelen onca insanın içerisinden hangisinin bizim odak noktamıza yerleşeceğini anlamamız uzun sürmez.
İnsanların gün boyu yazdırdığı mektupları aynı günün akşamında kendi tahlil mekanizması içerisinde değerlendirip yırtıp veya yırtmayacağına karar veren huysuz bir kadın profili var karşımızda. Bu huysuzlukları filmin başında neredeyse her anda hissettiriliyor.
Ertesi gün aynı kadının çocuğuyla birlikte Isadora’nın zaten göndermediği mektubu değiştirmek için gelmesi bunun ertesinde annenin talihsiz bir kazaya kurban gitmesiyle birlikte Josué ve Isadora’nın yolları tam anlamıyla kesişiyor. Isadora’nın istasyonda yaşamaya başlayan Josué’yi son bir çare olarak babasına götürmeye karar vermesiyle birlikte film ana eksenine oturur ve yolculuk başlar. Bunu takip eden olaylar vasıtasıyla birbiriyle hiç anlaşamayacak iki farklı karakterin yakınlaşmasını ve sağlam temellere oturan arkadaşlıklarını izliyoruz.
Ekşi’den iki yorum;
“Yaşanmışlıklardan sonra kalbine bir set çeken orta yaşını geçmiş bir kadının, dokuz yaşındaki agresif ama akıllı ufaklıkla geçirdiği zaman ile eşdeğer biçimde insancıl tarafını keşfetmesi, kendisinden bile beklemediği duygu patlamarıyla yeniden doğuşu anlatılıyor; her ne kadar mevzular küçük çocuğun (josué) üzerine kurulu olsa da... o denli sağlam bir ifadeyle rolünü kotarıyor ki josué rolündeki vinícius de oliveira, dora rolündeki fernanda montenegro'nun performansına performans katıyor, motive ediyor, adeta oyunculuk dersi vermesine sebep oluyor. bu kadar uyumlu bir ikiliyi beyaz perdede izlemek de, seyirciye resmen duygusal ilaç desteği veriyor desek yeridir, benden söylemesi.”
“Gördüğüm en hümanist filmlerden birisi, insan hikayeleri her şeyin önünde tutuluyor, bu yanıyla oldukça gerçekçi, her insanın (bizim jesus kadar küçük bile olsa) bir öyküsü, geçmişi, umutları, göz yaşları, kendine has bir gülümsemesi var...her insan eninde sonunda beyinden değil bir kalpten ibaret...bu motifler film boyunca en rafine haliyle arzı endam ediyor, sosyal çöküntü, fakirlik, yalın/güzel müzikler bu hikayeye fon teşkil ediyor, oyunculuklar görülebilecek en duru formda ve filmin en sağlam yönü, sanki yanı başınızda ağlıyor o veled, öyle dokunuyor insana, babasıyla ilgili bazı sahnelerde, animelerdeki gibi kocaman göz yaşları döküyor bu çocuk ve babasız olanlarda daha bi burun sızlatıyor!.”
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/489969524369999/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder