1905′te Potemkin Zırhlısı‘nda
bir isyan çıkar. Baskıcı Çarlık Rusya’sında daha bir çok şeyin yanında
gemide yemek olarak kurtlu et pişirilmesini taşan son damla olarak gören
mürettebat isyan çıkarır. İsyancılar kaptanın emriyle kurşuna
dizilecekken ateş edecek askerler emre itaat etmez. Böylece bolşevik
devriminin ilk adımı atılmış olur. İsyanın sonu her ne kadar isyancılar
lehine sonuçlanmasa da Lenin, devrimin 20. yıldönümünde Sergei Eisenstein
‘a devrimi övecek bir film ısmarlar. Böylece sinema tarihinde bir zaman
zaman en iyi film, daha da uzun bir zaman en iyiler arasında kabul
edilmiş bir film çekilir.
Film gerçek bir olaya dayansa da aslında gerçekleşmemiş olayları da barındırır. Örneğin meşhur Odessa Merdivenleri
sahnesindeki katliam aslında olmamıştır. Ama filmde bu sahnenin
başarısı o kadar ön plandadır ki o sahnenin gerçek bir olaymış gibi
zannedilmesine neden olmuştur. Yine gerçek olaylardan farklı olarak
gemideki isyan halkın desteği ve erzak yardımıyla bir süre devam
edebilmişse de sonunda gemi mürettebatı Romanya kıyılarına sığınıp
teslim olmuştur. İsyancıların bazıları idam edilir, bazıları da hapse
atılır veya sürgüne gönderilir. Fakat filmde Potemkin Zırhlısı‘ndaki
isyana son vermek üzere üzerine gelen savaş gemisi mürettabatının da
isyancılara destek verdiğini görürüz. Bütün bunların sebebi elbette
filmin en başta bir propoganda filmi olmasından kaynaklanır. Zaten film
ilerledikçe yönetmenin durduğu yer de açıkça ortaya çıkmaktadır.
Peki sinema deyince bu filmin adının mutlaka zikredilmesinin sebebi nedir? Öncelikle Potemkin Zırhlısı‘nın sinema sanatına kattığı yenilikler hep yazıla/konuşula gelmiştir. Sergei Eisenstein‘ın özellikle kurguda ortaya koyduğu dehası, sinema ile ilgilenenler için de yepyeni ufuklar açmıştır. Özellikle Odessa Merdivenleri
sahnesi yönetmenin “kurgu nasıl yapılır?”a verdiği cevaptır adeta. O
zamana kadar farklı planlar çekip bunları bu denli bütünleyen ve her şey
gerçekten de kronolojik zamana uygun seyretmiş duygusu uyandıran böyle
bir sahne çekilmemiştir sinema dünyasında. Gerçekten de aynı anda
hareket eden askerlerin postalları, askerlerden canhıraş kaçışan
insanlar, ayaklar altında ezilen çocuk ve bebek arabasının akıbetiyle
izleyicide an be an gerilim duygusu uyandırmayı başarır yönetmen. Her ne
kadar günümüz standartlarını düşünürsek kurguda bizi şaşırtan bir şey
olmasa da yüz yaşına merdiven dayamış bir filmi de şimdinin imkanlarıyla
değerlendirmek insafsızlık olur elbette.
Filmi değerli kılan bir diğer özellik
kullandığı simgesel anlatımdır. Kendi adıma sinema da simgesel anlatıma
vakıf olduğumu söyleyemem, ama okuduğum ve anladığım kadarıyla sinema
okullarında neredeyse her sahnesi konuşulacak bir şeyler
barındırmaktaymış bu filmin. Ayrıca filmde öne çıkan bir başrol
oyuncusunun olmayışı, oynayan insanların neredeyse tamamının bildiğimiz
sade vatandaş olması, o kalabalığı Eisenstein‘ın
yönetmedeki başarısı da filmin dikkati çeken özelliklerinden biri. Filmi
izlediğinizde “1925 yılında bunları yapabilen bir adam şimdi neler
yapmazdı?” diyorsunuz ister istemez.
Potemkin Zırhlısı‘nı
çok etkileneceğim beklentisiyle izlemedim açıkçası. Sonuçta 1925 yılında
çekilmiş sessiz bir film vardı karşımda. Ama filmin sinema sanatına
kattığı yenilikleri anlayabilmek/sezebilmek/öğrenebilmek ve sinefillik
merakı tatmin etmek için Charlie Chaplin‘in en beğendiği film olduğu bilinen bu klasik filmi izlemek gerektiğini düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder