Melancholia / Melankoli (2011) - Lars von Trier
Maya
rahiplerinin 21.12.2012'de dünyanın yok olacağı konusundaki
kehanetlerinden yola çıkarak çekilen ve birçoğu piyasa filmi
niteliğindeki yapıtlarından sonra Lars von Trier tarafından çekilen
gerçek bir başyapıt...Zaten bu konuda böylesine mükemmel filmi ancak
Dogville ve Manderlay filmlerinin dahi yönetmeni Trier
çekebilirdi...Film Türkiye'de üç ay önce vizyona girdi. Olağanüstü
çekimler, olağanüstü kurgu ve olağanüstü müzik... Filmin müziği Richard
Wagner'e (1813-1883) ait Tristan und Isolde prelüdünden. Hiç zaman
kaybetmeden bir an önce izleyin derim... Film ile ilgili politik
eleştiri için Ergin Yıldızoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesindeki 04.01.2012
tarihl, " Global Polikültür" köşesindeki yazısını da öneriyorum. Bu
yazıdan:
"Tüm bu kehanetler, yayınlar, filmler, bize
uygarlığımızın bu noktasında “zamanın ruhu”nun, giderek artan bir
yoğunlukta “kendi sonunu” hayal etmeye başladığını gösteriyor. Neden?
Melankoli
Bu soru üzerinde düşünürken, Lars Von Trier’in Melancholia filmi, hem
içerik hem de zamanlama açısından bize yardımcı olabilecek ilginç bir
örnek sunuyor. Film çok zengin bir burjuva ailenin, “Marduk”un dünyaya
çarpmasını beklerken yaşadıkları son saatlere egemen ruh halini,
görüntüler, renkler, tempo, alt izlekler, özellikle de müzik
aracılığıyla, melankoli olarak tanımlıyor. Trier bu filmde, bize
geleceğini kaybettiğini bilen, ama bu kaybı son ana kadar kabullenemeyen
dünya, 7 milyar insan yok olurken yalnızca kendisini düşünen bir
sınıfın ruh halini simgeliyor.
Gerçekten de melankoli çok
değerli bir şeyi kayıp etmiş olmakla ilgilidir. Ama benzer bir durumla
ilgili olan yas tutma halinden çok önemli bir noktada ayrılır. Yas tutan
neyi kaybettiğini “bilir”, bu kaybı kabullenir, kendi simgesel
evreninin içine yerleştirerek yaşamına, bu kaybın getirdiği koşullara
uyum sağlayarak devam eder. Melankoli’de kaybeden, neyi kaybettiğini
“bilmez” (kendine itiraf etmez, kabullenemez) bu yüzden de bu kaybı
kendi simgesel evreninin içine yerleştirerek bu kaybın getirdiği
koşullara uyum sağlayarak yola devam edemez. Kaybetmişlik noktasına
saplanır kalır.
Agamben’in Stanza yapıtında gösterdiği gibi,
melankoli, feodalizmin uzun krizi içinde, “dünyasının” dağılmaya,
simgesel evrenin istikrarı kaybolmaya başladığı bir noktada, ruhban
sınıfı içinde, öncelikle de yazmanlar arasında ortaya çıkmış. Son
yıllarda da bir “son” duygusunu canlandıran, kapitalist kriz döneminde,
kültür endüstrisi içinde de ortaya çıkması çok anlaşılır bir şey.
Geleceğini kaybeden uygarlığın içinde, tarihin derinliklerindeki
uygarlıkların “bilge”lerinin (ki onların “bilgileri”nin bir kısmı
yanlıştır, kalanı da bugün bir lise giriş sınavını bile geçmeye yetmez)
kehanetlerinde hikmet arama çabalarıysa, başka bunaltıların kapısını
aşacaktır.
Geçmiş zaman korkusu...
Melankoliyi
besleyen “uygarlık sonu” senaryolarına, geleceği kaybetmiş olma
duygusunun yanı sıra, geçmişi, kapitalizmin doğum sancılarını, ilkel
birikimi, krizlerin tetiklediği paylaşım savaşlarının insanlığa
getirdiği felaketleri unutamamaktan kaynaklanan bir korku da biçim
verebiliyor.
Bu geçmişi unutamamanın getirdiği korkunun
izlerini, “uzaydan gelenler” senaryolarında görüyoruz. Bu senaryoların
hemen hepsinde, karşımızda teknolojik olarak “bizden” çok ileri, bu
“ilkel uygarlığın” insanlarına hiç önem vermeyen, diyalog kurulması bile
olanaksız “uzaylılar” var.
The Day The Earth Stood Still
filmindeki uzaylı, dünyadaki canlı türlerinin var olmaya devam etmesi
için içlerinden birinin, insanın, yok olması gerektiğini ve edileceğini
haber vermeye gelmiştir; bu gezegenin aslında sandığımız gibi “bize” ait
olmadığını da vurgular. Aynı, conquistador’ların, sömürgecilerin,
dışardan gelenlerin, Afrika’da, Avustralya’da, Amerika’da yerlilerin
toprak hakkını “doğal olarak” yok sayması gibi...
Skyline’da
uzaydan gelenler, insanların beyinlerini toplamaktadırlar, Battle of Los
Angeles’de okyanusların sularını, The Darkest Hour’da da mineralleri ve
enerjiyi... İnsanların ise bu kez, 1996’da henüz mali krizler zinciri
başlamadan önce kurgulanmış The Independance Day filminin
iyimserliğinden, farklı olarak, böcekler gibi ezilmekten, Avustralya,
Amerika yerlileri gibi direnseler de umutsuz bir yok olma sürecine
girmekten başka seçenekleri yoktur.
Gerçekteyse bugün,
insanlığın, melankoliyi kapitalist sınıfa bırakarak, yeni başlangıçları
düşünmeye başlamaktan başka bir seçeneği yoktur."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder