9 Ocak 2012 Pazartesi

Melancholia / Melankoli (2011) - Lars von Trier

 

Maya rahiplerinin 21.12.2012'de dünyanın yok olacağı konusundaki kehanetlerinden yola çıkarak çekilen ve birçoğu piyasa filmi niteliğindeki yapıtlarından sonra Lars von Trier tarafından çekilen gerçek bir başyapıt...Zaten bu konuda böylesine mükemmel filmi ancak Dogville ve Manderlay filmlerinin dahi yönetmeni Trier çekebilirdi...Film Türkiye'de üç ay önce vizyona girdi. Olağanüstü çekimler, olağanüstü kurgu ve olağanüstü müzik... Filmin müziği Richard Wagner'e (1813-1883) ait Tristan und Isolde prelüdünden. Hiç zaman kaybetmeden bir an önce izleyin derim... Film ile ilgili politik eleştiri için Ergin Yıldızoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesindeki 04.01.2012 tarihl, " Global Polikültür" köşesindeki yazısını da öneriyorum. Bu yazıdan:

"Tüm bu kehanetler, yayınlar, filmler, bize uygarlığımızın bu noktasında “zamanın ruhu”nun, giderek artan bir yoğunlukta “kendi sonunu” hayal etmeye başladığını gösteriyor. Neden?

Melankoli
Bu soru üzerinde düşünürken, Lars Von Trier’in Melancholia filmi, hem içerik hem de zamanlama açısından bize yardımcı olabilecek ilginç bir örnek sunuyor. Film çok zengin bir burjuva ailenin, “Marduk”un dünyaya çarpmasını beklerken yaşadıkları son saatlere egemen ruh halini, görüntüler, renkler, tempo, alt izlekler, özellikle de müzik aracılığıyla, melankoli olarak tanımlıyor. Trier bu filmde, bize geleceğini kaybettiğini bilen, ama bu kaybı son ana kadar kabullenemeyen dünya, 7 milyar insan yok olurken yalnızca kendisini düşünen bir sınıfın ruh halini simgeliyor.

Gerçekten de melankoli çok değerli bir şeyi kayıp etmiş olmakla ilgilidir. Ama benzer bir durumla ilgili olan yas tutma halinden çok önemli bir noktada ayrılır. Yas tutan neyi kaybettiğini “bilir”, bu kaybı kabullenir, kendi simgesel evreninin içine yerleştirerek yaşamına, bu kaybın getirdiği koşullara uyum sağlayarak devam eder. Melankoli’de kaybeden, neyi kaybettiğini “bilmez” (kendine itiraf etmez, kabullenemez) bu yüzden de bu kaybı kendi simgesel evreninin içine yerleştirerek bu kaybın getirdiği koşullara uyum sağlayarak yola devam edemez. Kaybetmişlik noktasına saplanır kalır.

Agamben’in Stanza yapıtında gösterdiği gibi, melankoli, feodalizmin uzun krizi içinde, “dünyasının” dağılmaya, simgesel evrenin istikrarı kaybolmaya başladığı bir noktada, ruhban sınıfı içinde, öncelikle de yazmanlar arasında ortaya çıkmış. Son yıllarda da bir “son” duygusunu canlandıran, kapitalist kriz döneminde, kültür endüstrisi içinde de ortaya çıkması çok anlaşılır bir şey.

Geleceğini kaybeden uygarlığın içinde, tarihin derinliklerindeki uygarlıkların “bilge”lerinin (ki onların “bilgileri”nin bir kısmı yanlıştır, kalanı da bugün bir lise giriş sınavını bile geçmeye yetmez) kehanetlerinde hikmet arama çabalarıysa, başka bunaltıların kapısını aşacaktır.

Geçmiş zaman korkusu...

Melankoliyi besleyen “uygarlık sonu” senaryolarına, geleceği kaybetmiş olma duygusunun yanı sıra, geçmişi, kapitalizmin doğum sancılarını, ilkel birikimi, krizlerin tetiklediği paylaşım savaşlarının insanlığa getirdiği felaketleri unutamamaktan kaynaklanan bir korku da biçim verebiliyor.

Bu geçmişi unutamamanın getirdiği korkunun izlerini, “uzaydan gelenler” senaryolarında görüyoruz. Bu senaryoların hemen hepsinde, karşımızda teknolojik olarak “bizden” çok ileri, bu “ilkel uygarlığın” insanlarına hiç önem vermeyen, diyalog kurulması bile olanaksız “uzaylılar” var.

The Day The Earth Stood Still filmindeki uzaylı, dünyadaki canlı türlerinin var olmaya devam etmesi için içlerinden birinin, insanın, yok olması gerektiğini ve edileceğini haber vermeye gelmiştir; bu gezegenin aslında sandığımız gibi “bize” ait olmadığını da vurgular. Aynı, conquistador’ların, sömürgecilerin, dışardan gelenlerin, Afrika’da, Avustralya’da, Amerika’da yerlilerin toprak hakkını “doğal olarak” yok sayması gibi...

Skyline’da uzaydan gelenler, insanların beyinlerini toplamaktadırlar, Battle of Los Angeles’de okyanusların sularını, The Darkest Hour’da da mineralleri ve enerjiyi... İnsanların ise bu kez, 1996’da henüz mali krizler zinciri başlamadan önce kurgulanmış The Independance Day filminin iyimserliğinden, farklı olarak, böcekler gibi ezilmekten, Avustralya, Amerika yerlileri gibi direnseler de umutsuz bir yok olma sürecine girmekten başka seçenekleri yoktur.

Gerçekteyse bugün, insanlığın, melankoliyi kapitalist sınıfa bırakarak, yeni başlangıçları düşünmeye başlamaktan başka bir seçeneği yoktur." 
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/322654191101534/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder