İkinci
Dünya Savaşı ve Nazizm… Vahşet ve trajedi yüklü bu tarihsel süreç her
zaman sinemanın ilgi odaklarının başında gelmiştir. Quentin
Tarantino’nun son filmi ‘Soysuzlar Çetesi’de İkinci Dünya Savaşı’nda
yaşananlara dair alternatif bir öykü teşkil etmekte.
Film epizotik anlatımı, uzun diyalogları, estetize edilmiş şiddet
sahneleri ve kendine özgü komedi anlayışı ile Tarantino’nun bilindik
tarzını yansıtmakta.
Nazilerin işgali altındaki Paris’te geçen film, epizotlar halinde
ilerlemekte ve bölümler kendi içinde ağırlıklı olarak yan öykülere yer
vermekte olsalar da öykünün bütünlüğünde herhangi bir bozulmanın
yaşanmaması Tarantino’nun kurgudaki başarısının altını çizen bir durum.
Filmde Yahudilerden kurulmuş azılı bir çetenin, Nazilere karşı ve
O’nlardan daha vahşi bir biçimde verdikleri savaşı görüyoruz. Bütün her
şeyin sonunda Hitler ve üst düzey komutanları toplama kampındaki
Yahudiler misali bir sinema salonunda yakılarak öldürülmekteler. Bunu
bir intikam biçimi olarak düşündüğümüzde Tarantino’nun birçok insanın
zevkle seyredebileceği vahşi arzularını görselleştirdiğini
söyleyebiliriz.
Bu zevkin tatıldığı mekânsa Alman Albay Hans Landa’nın (Christoph
Waltz) gözlerinin önünde ailesini katlettiği Yahudi kızı Shosanna
Dreyfus’un (Melanie Laurent) kılpayı kurtulduğu bu katliamdan sonra
kimliğini değiştirerek Paris’de işletmeciliğini yapmaya başladığı sinema
salonunudur. Bu sinema salonunda Alman propaganda bakanı Göbbels’in bir
savaş kahramanının hikayesini anlattığı filmin galası yapılacaktır.
Fakat filmin sonunda Shosanna’nın eklediği bölüm izlendikten sonra bütün
bu tarihin intikamı alınmaktadır. Burada intikamın sinema salonunda
alınması ne kadar sembolikse filmlerin yakılarak bomba gibi kullanılması
da Tarantino’nun kendi kişisel görüşünü sembolize etmektedir.
Filmlerinde şiddeti estetize etmeyi seven bir yönetmenin yine
merkezinde şiddet bulunan bir filme el atmış olması konunun iyi
işlenmesine sebep olmuş. Geçtiğimiz yüzyılın en büyük ve şiddetli
savaşına dair bu hikâye, şiddeti küçük öykülerine bile katmayı seven ve
bunu iyi becerebilen Tarantino için harikalar diyarına açılan bir delik
gibi. Dünyayı Nazilerden kurtarma mücadelesi veren kahramanın tarzı ve
olayların içindeki rolü, şiddetin eleştirisinin yine şiddetle
yapılmasına uygun biçimde örülmüş. Hatta kurbanlarını en akılalmaz
biçimde vahşice öldüren/öldürten Teğmen Aldo Raine’nin (Brad Pitt)
Hitler’e olan benzerliği bu durumu doğrular nitelikte.
İkinci dünya savaşına dair yapılmış filmlerin genelinde karşımıza çıkan
vahşi ırk ve masum Yahudiler karşılaştırmasına alternatif filmlerde
olduğu gibi (Schnidler’in bir nazi olması yada piyanisteki Yahudi
polisler) ‘soysuzlar çetesi’ de masumiyet ve vahşet kavramlarının
bütünsel olarak insana has duygular olduğunu vurgulamaktadır. Film ‘evet
büyük bir trajedi yaşanmıştır ama bu ne toplumların ne de ırkların
ürünüdür; bu bir zihniyetin sonucudur’ demektedir. Tabi ki Tarantino
bunu kendine has abartılı üslubuyla sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder