26 Şubat 2012 Pazar

Inglourious Basterds / Soysuzlar Çetesi (2009) - Quentin Tarantino / Eli Roth

 

İkinci Dünya Savaşı ve Nazizm… Vahşet ve trajedi yüklü bu tarihsel süreç her zaman sinemanın ilgi odaklarının başında gelmiştir. Quentin Tarantino’nun son filmi ‘Soysuzlar Çetesi’de İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlara dair alternatif bir öykü teşkil etmekte.
     Film epizotik anlatımı, uzun diyalogları, estetize edilmiş şiddet sahneleri ve kendine özgü komedi anlayışı ile Tarantino’nun bilindik tarzını yansıtmakta.
     Nazilerin işgali altındaki Paris’te geçen film, epizotlar halinde ilerlemekte ve bölümler kendi içinde ağırlıklı olarak yan öykülere yer vermekte olsalar da öykünün bütünlüğünde herhangi bir bozulmanın yaşanmaması Tarantino’nun kurgudaki başarısının altını çizen bir durum.
     Filmde Yahudilerden kurulmuş azılı bir çetenin, Nazilere karşı ve O’nlardan daha vahşi bir biçimde verdikleri savaşı görüyoruz. Bütün her şeyin sonunda Hitler ve üst düzey komutanları toplama kampındaki Yahudiler misali bir sinema salonunda yakılarak öldürülmekteler. Bunu bir intikam biçimi olarak düşündüğümüzde Tarantino’nun birçok insanın zevkle seyredebileceği vahşi arzularını görselleştirdiğini söyleyebiliriz.
     Bu zevkin tatıldığı mekânsa Alman Albay Hans Landa’nın (Christoph Waltz) gözlerinin önünde ailesini katlettiği Yahudi kızı Shosanna Dreyfus’un (Melanie Laurent) kılpayı kurtulduğu bu katliamdan sonra kimliğini değiştirerek Paris’de işletmeciliğini yapmaya başladığı sinema salonunudur. Bu sinema salonunda Alman propaganda bakanı Göbbels’in bir savaş kahramanının hikayesini anlattığı filmin galası yapılacaktır. Fakat filmin sonunda Shosanna’nın eklediği bölüm izlendikten sonra bütün bu tarihin intikamı alınmaktadır. Burada intikamın sinema salonunda alınması ne kadar sembolikse filmlerin yakılarak bomba gibi kullanılması da Tarantino’nun kendi kişisel görüşünü sembolize etmektedir.
     Filmlerinde şiddeti estetize etmeyi seven bir yönetmenin yine merkezinde şiddet bulunan bir filme el atmış olması konunun iyi işlenmesine sebep olmuş. Geçtiğimiz yüzyılın en büyük ve şiddetli savaşına dair bu hikâye, şiddeti küçük öykülerine bile katmayı seven ve bunu iyi becerebilen Tarantino için harikalar diyarına açılan bir delik gibi. Dünyayı Nazilerden kurtarma mücadelesi veren kahramanın tarzı ve olayların içindeki rolü, şiddetin eleştirisinin yine şiddetle yapılmasına uygun biçimde örülmüş. Hatta kurbanlarını en akılalmaz biçimde vahşice öldüren/öldürten Teğmen Aldo Raine’nin (Brad Pitt) Hitler’e olan benzerliği bu durumu doğrular nitelikte.
     İkinci dünya savaşına dair yapılmış filmlerin genelinde karşımıza çıkan vahşi ırk ve masum Yahudiler karşılaştırmasına alternatif filmlerde olduğu gibi (Schnidler’in bir nazi olması yada piyanisteki Yahudi polisler) ‘soysuzlar çetesi’ de masumiyet ve vahşet kavramlarının bütünsel olarak insana has duygular olduğunu vurgulamaktadır. Film ‘evet büyük bir trajedi yaşanmıştır ama bu ne toplumların ne de ırkların ürünüdür; bu bir zihniyetin sonucudur’ demektedir. Tabi ki Tarantino bunu kendine has abartılı üslubuyla sunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder