23 Ekim 2012 Salı

The Inheritance / Arven / Miras (2003) – Per Fly

The Inheritance / Arven / Miras (2003) – Per Fly

Per Fly’ın Danimarka’nın sınıf yapısını anlattığı üçlemesi(sınıfsal çatışmalar)nin üçüncü filmi. 

Çelik üretimi yapan bir ailenin oğlu aile şirketinde yer almayı istemeyip İsveç’de tiyatro yapan sevgilisiyle yaşamakta ve bir lokanta işletmektedir. Ancak babasının ölümü ile annesinin işi devralması gerektiğini söylemesiyle istemediği şekilde yolunu değiştirmek zorunda kalacaktır. Bu durum bir çok dengeyi bozacaktır. Uzun zamandır maddi sıkıntı içinde olan baba bu durumu çözemeyip intihar etmiştir. Şirket için alınması gereken kararlar, işten çıkarmalar, uluslararası bir şirket ile birleşme ve ailesi için yapması gereken bu mecburi görev hayatını altüst edecektir. Aldığı bu karar kişisel umutlarını ertelemesine değecek midir. 

Fedakarlıkların ve sorumlulukların çakıştığı, çatıştığı ve iyi denebilecek şekilde yorumlandığı bir film. İlişkisine ve hatta sevgilisinin umutlarına sahip çıkmaya çalışan bir kadın ve aile şirketini -belki de annesinin hırsının sürüklemesiyle- tekrar canlandırmaya çalışan adam. 

Sert olmayan bir film, mutlaka izlenmesi gereken bir film de değil bu arada, genel hatlarıyla para var huzur, saadet yok durumu ama mesajları olan bir film ;)

Keyifli izlemeler efendim…

Per Fly’ın Danimarka’nın sınıf yapısını anlattığı üçlemesi(sınıfsal çatışmalar)nin üçüncü filmi.

Çelik üretimi yapan bir ailenin oğlu aile şirketinde yer almayı istemeyip İsveç’de tiyatro yapan sevgilisiyle yaşamakta ve bir lokanta işletmektedir. Ancak babasının ölümü ile annesinin işi devralması gerektiğini söylemesiyle istemediği şekilde yolunu değiştirmek zorunda kalacaktır. Bu durum bir çok dengeyi bozacaktır. Uzun zamandır maddi sıkıntı içinde olan baba bu durumu çözemeyip intihar etmiştir. Şirket için alınması gereken kararlar, işten çıkarmalar, uluslararası bir şirket ile birleşme ve ailesi için yapması gereken bu mecburi görev hayatını altüst edecektir. Aldığı bu karar kişisel umutlarını ertelemesine değecek midir.

Fedakarlıkların ve sorumlulukların çakıştığı, çatıştığı ve iyi denebilecek şekilde yorumlandığı bir film. İlişkisine ve hatta sevgilisinin umutlarına sahip çıkmaya çalışan bir kadın ve aile şirketini -belki de annesinin hırsının sürüklemesiyle- tekrar canlandırmaya çalışan adam.

Sert olmayan bir film, mutlaka izlenmesi gereken bir film de değil bu arada, genel hatlarıyla para var huzur, saadet yok durumu ama mesajları olan bir film ;)


https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/485131858187099/ 

22 Ekim 2012 Pazartesi

La graine et le mulet / The Secret of the Grain / Couscous / Grain and Mullet /
Balıklı Bulgur / Kuskus (2007) - Abdellatif Kechiche

La graine et le mulet / The Secret of the Grain / Couscous / Grain and Mullet / 
Balıklı Bulgur / Kuskus (2007) - Abdellatif Kechiche

Her şeyden önce filmi siz sinemasever arkadaşlarıma uzatmadan ama her şeyinden de bahsederek nasıl sunabilirim bilmiyorum, başladığım gibi de gidiyorum, cümle ya da anlatım hatası olursa affola…

İstanbul film festivalinde de gösterilen ve yine festival havasında izlenen ve son yıllarda gerçekten müthiş keyif alarak izlediğim bir dram…

Yer Tunus’lu göçmenlerin Fransızlarla bir arada yaşadığı Fransa’nın liman şehri Séte. Yönetmen bilindik göçmen hikayelerinin aksine öteki beriki olayına girmeden göçmenlik meselesini içselleştirerek anlatmakta. 

60’lı yaşlarda tersane işçisi olarak çalışan Süleyman’ın oldukça geniş bir ailesi vardır, dört çocuğu, damat,  gelin ve torunların dışında komşu ve dostları. Karısından ayrıdır ve kendisine ait bir otel işleten bir kızı olan kadınla birliktedir, otelde kalmaktadır. Yaşının ve buna bağlı olarak performansının getirdiği olumsuzlukla bir şekilde işyerinden çıkışı verilir. Çaresizdir, hem ailesine hem de birlikte yaşadığı yeni ailesine karşı sorumludur ve bir şeyler yapmalıdır.
Hurdaya çıkarılacak bir gemiyi alarak restoran yapmaya ve eski karısının Tunus’un özel bir yemeği olan kuskusla balığı burada Fransızların damak zevkine sunmak ister. Karşısına hesap etmediği ya da zorlanacağını düşünemediği bir sürü prosedürler çıkar, sermaye, belgeler, izinler vs.
Tüm ailenin el ele vererek başarmaya çalıştığı bu işte türlü aksilikler, özveriler, neşeli ve kederli anlar tüm film boyunca Süleyman’ın çevresinde olacaktır.
Oyuncularının belki de çoğu sıradan ama müthiş işler çıkarmışlar ve çok doğallar bana göre. Film 160 dakikaya yakın, bir çok noktada kurgunun yetersizliğinden söz edilebilinir bu bağlamda, son bir saatinin sizi tamamı ile içine alacağından emin olduğum filmi sıkılmadan izleyeceğinizden eminim ve hatta ilk defa mutlaka izleyin diye baskılıyorum ;)

Keyifli izlemeler efendim…

Her şeyden önce filmi siz sinemasever arkadaşlarıma uzatmadan ama her şeyinden de bahsederek nasıl sunabilirim bilmiyorum, başladığım gibi de gidiyorum, cümle ya da anlatım hatası olursa affola…

İstanbul film festivalinde de gösterilen ve yine festival havasında izlenen ve son yıllarda gerçekten müthiş keyif alarak izlediğim bir dram…

Yer Tunus’lu göçmenlerin Fransızlarla bir arada yaşadığı Fransa’nın liman şehri Séte. Yönetmen bilindik göçmen hikayelerinin aksine öteki beriki olayına girmeden göçmenlik meselesini içselleştirerek anlatmakta.

60’lı yaşlarda tersane işçisi olarak çalışan Süleyman’ın oldukça geniş bir ailesi vardır, dört çocuğu, damat, gelin ve torunların dışında komşu ve dostları. Karısından ayrıdır ve kendisine ait bir otel işleten bir kızı olan kadınla birliktedir, otelde kalmaktadır. Yaşının ve buna bağlı olarak performansının getirdiği olumsuzlukla bir şekilde işyerinden çıkışı verilir. Çaresizdir, hem ailesine hem de birlikte yaşadığı yeni ailesine karşı sorumludur ve bir şeyler yapmalıdır.
Hurdaya çıkarılacak bir gemiyi alarak restoran yapmaya ve eski karısının Tunus’un özel bir yemeği olan kuskusla balığı burada Fransızların damak zevkine sunmak ister. Karşısına hesap etmediği ya da zorlanacağını düşünemediği bir sürü prosedürler çıkar, sermaye, belgeler, izinler vs.
Tüm ailenin el ele vererek başarmaya çalıştığı bu işte türlü aksilikler, özveriler, neşeli ve kederli anlar tüm film boyunca Süleyman’ın çevresinde olacaktır.
Oyuncularının belki de çoğu sıradan ama müthiş işler çıkarmışlar ve çok doğallar bana göre. Film 160 dakikaya yakın, bir çok noktada kurgunun yetersizliğinden söz edilebilinir bu bağlamda, son bir saatinin sizi tamamı ile içine alacağından emin olduğum filmi sıkılmadan izleyeceğinizden eminim ve hatta ilk defa mutlaka izleyin diye baskılıyorum ;)


https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/484755868224698/ 

18 Ekim 2012 Perşembe

Tyrannosaur / Tiranozor (2011) - Paddy Considine

 
Tyrannosaur benim daha önce paylaştığım,yere göğe koyamadığım film. Bile bile yeniden paylaşma sebebim ise; bu filmi gözünden kaçırmış olan yeni üyelere bir güzellik yapmak ve "iyi ki buradayım yoksa böyle bir filmden haberim olmadan ölüp gidecektim"demelerini sağlamak:)) Şaka bir yana aslında bu filmi yakın çevremdeki herkese izlettim ama burada geriye dönük bulamadığım için tekrar önermekte sakınca görmüyorum.
Bana göre son zamanlarda izlediğim konusu, oyuncuları, sinema dili ve işlenişiyle en etkileyici yapımlardan biri. Aldığı ödüller tek başına bir kriter değil elbette daha filmin ilk dakikalarından itibaren Peter Mulan'ın ve ona eşlik eden Olivia Colman'ın görkemli ama abartısız oyunculuklarını izlerken, elinizde bir ödül olsa zaten verirsiniz...
Yalnız,işsiz alkol problemi olan ve daima öfkeli Joseph ile eşya yardımı yapan bir dükkanı işleten, evli, inançlı, görünüşte sakin Hannah'ın çakışan ve birbirini etkileyen hüzün veren öyküleri. Son derece güzel bir film. Tekrar ve kesinlikle tavsiye ederim. İyi seyirler:)))
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/482694335097518/

17 Ekim 2012 Çarşamba

Two-Lane Blacktop (1971) - Monte Hellman

Two-Lane Blacktop (1971) - Monte Hellman

** Bu filmi izlemenize gerek yok, zaman kaybı diyorum...

Two-Lane Blacktop, 1971 ABD yapımı kült yol filmidir. Filmin İngilizce özgün adı çift şeritli asfalt yol anlamına gelmektedir.

Senaryosunu Will Corry'nin kendi hikâyesinden Rudy Wurlitzer'le birlikte uyarlayıp yazdığı filmi Monte Hellman yönetmiş, başlıca rollerinde şarkıcı-söz yazarı James Taylor ('sürücü' rolünde), Amerikan rock'n roll grubu Beach Boys 'un davulcusu Dennis Wilson ('tamirci' rolünde), Warren Oates ve Laurie Bird oynamışlardır. Filmde Harry Dean Stanton'ın da küçük bir rolü vardır (otostopçulardan birini oynuyor).

Çekimleri Kaliforniya'dan Tennessee'ye kadar, filmin konusunun geçtiği, ABD'nin tüm batı ve güney eyaleterinde gerçekleştirilen "Two-Lane Blacktop", bütün yaşamlarını eski model güçlendirilmiş arabalarına adamış araba manyağı da denebilecek iki otomobil yarışçısının ABD'nin güneybatı otoyollarında geçen varoluşçu öyküsünü anlatmaktadır. "Two-Lane Blacktop", aynı yıllarda çevrilen Easy Rider (1969), Vanishing Point (Ölüm Noktası, 1971) ve Electra Glide in Blue (Mavi Işık Saçanlar, 1973) gibi varoluşçu mesajlar taşıyan benzeri yol filmleriyle kıyaslanmıştı. Hatta Esquire dergisi yılın filmi olarak olarak ilan ettiği bu filmin senaryosunu Nisan 1971 sayısında eksiksiz olarak yayımlamasına rağmen film gişede başarısızlığa uğramıştır. Ancak benzeri filmler gibi zamanla tutkulu bir hayran kitlesi oluşmuş ve bir kült film haline gelmiştir.(turkcealtyazi.org'den)

Two-Lane Blacktop, 1971 ABD yapımı kült yol filmidir. Filmin İngilizce özgün adı çift şeritli asfalt yol anlamına gelmektedir.

Senaryosunu Will Corry'nin kendi hikâyesinden Rudy Wurlitzer'le birlikte uyarlayıp yazdığı filmi Monte Hellman yönetmiş, başlıca rollerinde şarkıcı-söz yazarı James Taylor ('sürücü' rolünde), Amerikan rock'n roll grubu Beach Boys 'un davulcusu Dennis Wilson ('tamirci' rolünde), Warren Oates ve Laurie Bird oynamışlardır. Filmde Harry Dean Stanton'ın da küçük bir rolü vardır (otostopçulardan birini oynuyor).

Çekimleri Kaliforniya'dan Tennessee'ye kadar, filmin konusunun geçtiği, ABD'nin tüm batı ve güney eyaleterinde gerçekleştirilen "Two-Lane Blacktop", bütün yaşamlarını eski model güçlendirilmiş arabalarına adamış araba manyağı da denebilecek iki otomobil yarışçısının ABD'nin güneybatı otoyollarında geçen varoluşçu öyküsünü anlatmaktadır. "Two-Lane Blacktop", aynı yıllarda çevrilen Easy Rider (1969), Vanishing Point (Ölüm Noktası, 1971) ve Electra Glide in Blue (Mavi Işık Saçanlar, 1973) gibi varoluşçu mesajlar taşıyan benzeri yol filmleriyle kıyaslanmıştı. Hatta Esquire dergisi yılın filmi olarak olarak ilan ettiği bu filmin senaryosunu Nisan 1971 sayısında eksiksiz olarak yayımlamasına rağmen film gişede başarısızlığa uğramıştır. Ancak benzeri filmler gibi zamanla tutkulu bir hayran kitlesi oluşmuş ve bir kült film haline gelmiştir.(turkcealtyazi.org'den)


https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/482500181783600/ 
The Naked City / Çıplak Şehir (1948) - Jules Dassin

The Naked City / Çıplak Şehir (1948) - Jules Dassin

"The Naked City" en iyi kurgu ve en iyi görüntü yönetimi dallarında 2 Oscar ödülü aldı. En iyi senaryo dalında da bu ödüle aday gösterildi. En iyi film BAFTA ödülüne de aday gösterilen film 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak kayda değer ve önemli bir film" olduğu ilan edilerek "Ulusal Film Arşivi" nde koruma altına alındı.(turkcealtyazi.org)

Film tamamen bir cinayet ve soruşturması. Filmi orijinal kılan neredeyse tamamının gerçek ortamlarda çekilmiş olması, bu nedenledir ki özellikle dış çekimlerde 1940 ların New York' unu da bonus olarak keyifle izleyebilirsiniz ;)

Film bir dış sesle başlıyor ve zaman zaman devreye giriyor yani bir nevi önsözle başlıyor film ve bu sesin sahibi yapımcılardan biri olan Mark Hellinger. Dediğim gibi filme dair söylenecek pek fazla bir şey yok, cinayet soruşturması belgesel tadında sonuna kadar devam etmekte...

Keyif alacağınızı umuyorum, iyi seyirler efendim ;)

"The Naked City" en iyi kurgu ve en iyi görüntü yönetimi dallarında 2 Oscar ödülü aldı. En iyi senaryo dalında da bu ödüle aday gösterildi. En iyi film BAFTA ödülüne de aday gösterilen film 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak kayda değer ve önemli bir film" olduğu ilan edilerek "Ulusal Film Arşivi" nde koruma altına alındı.(turkcealtyazi.org)

Film tamamen bir cinayet ve soruşturması. Filmi orijinal kılan neredeyse tamamının gerçek ortamlarda çekilmiş olması, bu nedenledir ki özellikle dış çekimlerde 1940 ların New York' unu da bonus olarak keyifle izleyebilirsiniz ;)

Film bir dış sesle başlıyor ve zaman zaman devreye giriyor yani bir nevi önsözle başlıyor film ve bu sesin sahibi yapımcılardan biri olan Mark Hellinger. Dediğim gibi filme dair söylenecek pek fazla bir şey yok, cinayet soruşturması belgesel tadında sonuna kadar devam etmekte...


https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/482685831765035/ 

16 Ekim 2012 Salı

The Wind Journeys / Los viajes del viento / Rüzgar Yolculukları (2009) – Ciro Guerra

Los viajes del viento / The Wind Journeys / Rüzgar Yolculukları (2009) – Ciro Guerra

Herşeyden önce bu film akordeonu çok seven @[1134652562:2048:Halil] ve @[576888889:2048:Serdar] kardeşlerime gitsin ;)

Film Güney Amerika’nın dağlarında, kırsallarında çekilmiş bir yol öyküsü. Köy köy gezerek akordeon çalan Ignacio, evlendikten sonra bir kasabaya yerleşir ve karısının ölümünü akordeonun lanetli olmasına bağlayarak onu bir daha çalmamaya yemin eder ve gerçek sahibine iade etmek üzere yola koyulur. Bu yolculukta yalnız değildir, kendisinden akordeon çalmayı öğrenmek için birlikte gitmek isteyen bir de delikanlı vardır yanında.

Film tamamen bu yolculuk ve yolculuk esnasında başlarından geçen ilginç olaylarla bezenmiş. Anadolu’da hala yapılmakta olan aşık atışmasının bir çeşidi buralarda da yapılmaktadır. Tüm yoksulluklarına rağmen akordeon ve davulun kutsandığı, nicelerinin ustalıklarını sergilediği bu toprakların insanlarından biri olan Ignacio, yaşamı pahasına da olsa sözünü tutmak adına yola düşmüştür.

Filmi izlerken bu kırsalların muhteşem güzelliğini de izleyeceksiniz ve akordeon ile davulun bu bölgeye özgü ritim birlikteliğini. Belki bir kısmımızın eleştireceği bu fotoğraflama filme bir nevi estetiklik, akışkanlık getirmiş ve doğaçlama çekilmiş izlenimini vermekte.

Keyif alacağınızı umuyorum, iyi seyirler efendim ;)

Herşeyden önce bu film akordeonu çok seven Halil ve Serdar kardeşlerime gitsin ;)

Film Güney Amerika’nın dağlarında, kırsallarında çekilmiş bir yol öyküsü. Köy köy gezerek akordeon çalan Ignacio, evlendikten sonra bir kasabaya yerleşir ve karısının ölümünü akordeonun lanetli olmasına bağlayarak onu bir daha çalmamaya yemin eder ve gerçek sahibine iade etmek üzere yola koyulur. Bu yolculukta yalnız değildir, kendisinden akordeon çalmayı öğrenmek için birlikte gitmek isteyen bir de delikanlı vardır yanında.

Film tamamen bu yolculuk ve yolculuk esnasında başlarından geçen ilginç olaylarla bezenmiş. Anadolu’da hala yapılmakta olan aşık atışmasının bir çeşidi buralarda da yapılmaktadır. Tüm yoksulluklarına rağmen akordeon ve davulun kutsandığı, nicelerinin ustalıklarını sergilediği bu toprakların insanlarından biri olan Ignacio, yaşamı pahasına da olsa sözünü tutmak adına yola düşmüştür.

Filmi izlerken bu kırsalların muhteşem güzelliğini de izleyeceksiniz ve akordeon ile davulun bu bölgeye özgü ritim birlikteliğini. Belki bir kısmımızın eleştireceği bu fotoğraflama filme bir nevi estetiklik, akışkanlık getirmiş ve doğaçlama çekilmiş izlenimini vermekte.
 

https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/482245658475719/ 

14 Ekim 2012 Pazar

The Angels' Share / Meleklerin Payı (2012) - Ken Loach

 
Cannes Jüri Ödülü almış 2012 yapımı bir film. Doğrusu konusunu okuduğumda -yönetmeni de Ken Loach olunca- daha sert bir film bekliyordum. Film, öyküsünü anlattığı kişilerin yaşamını düşününce sert ama aynı kişilerin öyküyü yaşama şekillerini izlerken gülümseten, içinizi ısıtan ayrıntılarla dolu.
Hapise gönderilmek yerine 300 saatlik kamu hizmeti cezasına çarptırılan, adeta sıkılı bir yumruk gibi dolaşan Robbie, sevgilisi ve yeni doğan bebeği için değişmeye çalışmakta, bir çıkış yolu aramaktadır. İşi yoktur, bir yeteneği varsa bile bunu keşfetmesini sağlayacak rehberi yoktur. Üstelik sevgilisinin onu reddeden ailesi ile başı belada ve bir türlü peşini bırakmayan geçmişiyle de boğuşmaktadır.
Bazen küçük bir şans değişimi başlatabilir. Robbie'ye bu şansı kendisi ile ilgilenen sosyal hizmet görevlisi verir. Kendi hobisi olan viski tadımı ile Robbie'yi tanıştırır. Ve bu tanışıklık farklı nedenlerle ,aynı cezaya çarptırılan üç suçlu ile birlikte yeni bir başlangıcın kapılarını açar.
Çok hoş, iyimserlik duygunuzu koruyarak ve eğlenerek izleyeceğiniz bir film.Tavsiye ederim.

Unutmadan:meleklerin payı bir deyim. İskoçya'da yıllanması için fıçılanan viskiler yıllar sonra açıldığında içindeki buharlaşan miktar için "meleklerin payı " derlermiş. Melekler içti anlamında:))) İyi seyirler.
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/481417108558574/

9 Ekim 2012 Salı

Levottomat / The restless / Huzursuz (2000) - Aku Louhimies

 
Paha maa (Frozen Land) filmiyle 2005 yılında büyük başarı sağlamış Fin yönetmen Aku Louhimies'in çıkış filmi... Yaşamını tek gecelik ilişkilerle geçiren ve bir ambulansta doktorluk yapan Ari ( Mikko Nousiainen)'nin yaşamı Tiina ( Laura Malmivaara) yı tanıdıktan ve onunla birlikte olduktan sonra farklılaşır. Tiina'nın yakın arkadaşları ile tanışması de Ari'nin " one night stand" yaşamını pek değiştirmeyecek ve ortaya birçok sorun çıkacaktır...İlk bakışta sadece Emanuel cinsi erotik bir film gibi görünse de, aslında ortaya konan yaşam biçimi ve felsefe tam anlamıyla, varlığın özden önce geldiği, yerleşik değer ve ahlak yargılarını reddeden " Varoluşcu" dışavurum... BU anlamda olayların gelişimi ve içsel sorgulamalar izlenmeye değer. Film Finlandiya'nın Turku kenti ve çevresinde geçiyor. Doğa gerçekten etkileyici. Louhimies de bunu abartmadan oldukça başarılı şekilde aktarmış... Bir konuda izlemek isteyenleri uyarmalıyım. Filmde erotik sahneler oldukça fazla ve cesur. Bu nedenle birçok eleştirmen için film " Erotik" türde kategorize edilmiş. Görüntüleri gürünce buna hak da verebilirsiniz belki. Ama ben bundan da öte varoluşcu bir sorgulamayı ön plana alıyorum...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/479266062107012/

1 Ekim 2012 Pazartesi

Der Tunnel / The Tunnel / Tünel (2001) - Roland Suso Richter

 
Der Tunnel ( Tünel ) izledikten uzun süre sonra karşıma çıkınca hatırladığım ve- güzel hatırladığım için- paylaşmaya karar verdiğim bir film. Senaryosunun gerçek bir olaya dayanıyor olması ve düşmeyen temposu aklımda en çok kalan yönleri. Bir de seyretmekten keyif aldığım ve çok yetenekli bulduğum Türk oyuncu Mehmet Kurtuluş'u da bu filmde başarılı performansıyla hatırlıyorum mesela.
Dediğim gibi konusu gerçek bir olaya dayanıyor.1961 yılında Berlin Duvarı'nın altında kazılan onlarca tünelden birinin öyküsü. Şampiyon bir sporcu olduğu için Batı'ya kolaylıkla geçen Harry'in (gerçek adı Hasso Herschel ) geride kalan kız kardeşine kavuşabilmesinin tek yolu 145 metrelik bir tünel kazmaktır. Bu da tek başına yapılabilecek bir iş değil elbette. Sevgilisine ya da annesine kavuşmak isteyenler kadar idealist olup bu işe soyunanlarda bu tehlikeli ve yorucu projede yer alır. Güzel filmdi.Tavsiye ederim:))
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/475662932467325/