29 Ağustos 2012 Çarşamba

Festen / The Celebration / Şölen (1998) - Thomas Vinterberg

 
Festen, 1998 Danimarka – İsveç ortak yapımı bir film. Yönetmeni Thomas Vinterberg. İzlediğim en çarpıcı filmlerden biri ve bence bir başyapıt.

Spoiler vermeden bu film nasıl tanıtılır diye düşünüyorum. Her anı o kadar dolu, o kadar gerilim yüklü ki, söze nereden başlayacağıma karar veremiyorum. En iyisi, henüz izlememiş olanları filmin sürprizli gelişmelerinden yoksun bırakmamak ve sadece ana temasından bahsetmek.

Hali vakti yerinde, saygın ve köklü bir ailenin babasının 60. doğum günü kutlanacak ve bunun onuruna bir şölen verilecektir. Baba, hanımefendi eş ve farklı şehirlerde yaşayan ailenin üç çocuğu şölene davetli şık giysili saygıdeğer konuklarıyla bir araya gelirler ve şölen başlar. Bu çok elit ortamda, uzun yemek masasında ilk konuşmayı ailenin büyük oğlu Christian yapar. Sakin bir ses tonuyla ve bilindik bir açılışla başlayan konuşma gittikçe ilginçleşir ve inanılmaz bir yöne doğru ilerler. Konuşma soğuk duş etkisi yapmıştır. Anne devreye girer ve sakin, korumacı bir üslupla Christian’dan bir özür konuşması yapmasını ister. Christian ikinci defa söz alır ve bu kez daha da şok edici bir konuşma yapar. Söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildir. Bundan sonrası ise tam bir kaostur. Bu kaotik ortamda acımasız bir hesaplaşma başlar, birbirinden sert gerçekler suratlara çarptıkça kontrol kaybolur.

Film çok etkileyici, çok sarsıcı, çok çarpıcı. Bir an bile izlediklerinizden bakışlarınızı alamıyorsunuz, dikkatinizin bir an bile dağılmasına izin vermiyor, en başında sizi yakalıyor ve bir daha bırakmıyor. Bittikten sonra kendinizi ekrana boş boş bakarken bulabilirsiniz. Dayak yemiş hissine kapılabilirsiniz ve bunda çok haklı olacaksınız zira film baştan sona izleyiciye dayak atıyor.

O yere göğe sığdıramadığımız toplumsal değerlerin, o dokunmaya kıyamadığımız kutsal aile zırhının nasıl da delinebilir, hatta parçalanabilir olduğunu görmek içinize dokunacak.

Anlattıklarının hazmedilmesi son derece zor bir film Festen. Bir diğer hazmı zor yanı ise çekim özellikleri. Bu yönünü belki yadırgayabilirsiniz, belki de çekim kalitesini düşük bulabilirsiniz ama bu durum Hasibe’nin de sözünü ettiği “Dogma 95” prensipleri gereği bilerek ve özellikle sağlanmış bir durum.

Unutulmaz bir film bu, sıkıysa izlemeyin…
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/462662700434015/

28 Ağustos 2012 Salı

Kjærlighetens Kjøtere / Zero Kelvin (1995) - Hans Petter Moland
1995 yapımı, şahane bir Norveç filmi. İnce ruhlu şairimiz Henrik Larsen nişanlanmayı düşündüğü sevgilisini geride bırakarak bir bilim adamı olan Holm ve bir denizci olan Randbek ile bir sene geçirmek üzere Grönland'a gider. Sevgili şairimiz ile denizci Randbek arasında ilginç ve gerilimli bir ilişki başlayacaktır. İkili birbirlerine sandıklarından çok daha fazla benzemektedir aslında.

Oldukça başarılı oyunculuklar, etkileyici bir yönetim ve Grönland'ın olağanüstü doğa manzaraları eşliğinde gayet güzel ve nitelikli bir eser çıkmış ortaya. Özellikle "Breaking the Waves" ve "Good Will Hunting" filmlerinden tanıyacağınız Stellan Skarsgard'ın oyunculuğu tam anlamıyla göz kamaştırıcı. Kuzey ülkelerine, o coğrafyaya ve insanlarına ilgi duyan herkesin bayılacağı bir film. Mutlaka görülmelidir diyerek bitiriyorum...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/462294747137477/

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Cet obscur objet du désir / That Obscure Object of desire / Arzunun Şu Karanlık Nesnesi (1977) - Luis Bunuel

 
1977 Fransa - İspanya ortak yapımı. Bir Luis Bunuel başyapıtı. Pierre Louys'un Kadın ve Kukla adlı eserinden Bunuel'in kendine özgü sürrealist tarzıyla uyarladığı film, aynı zamanda onun son filmi olma özelliği de taşıyor.

Filmin başrol oyuncusu Fernando Rey bir diğer Bunuel başyapıtı Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği'nde olduğu gibi, yine döktürüyor. Baş kadın karakteri iki ayrı aktristin canlandırması da, karakterin iki ayrı kişilik halinin ifadesi için usta işi bir yaklaşım olmuş.

Bunuel'in kendine has stiliyle kotardığı film, görünürde orta yaşı geçmiş lümpen bir burjuvayla alt tabakadan bir genç kız arasındaki arzulayan - arzulanan hikayesini yer yer mizahi bir üslupla anlatırken, arka planında dönemin terör olaylarına da değinmeler ve her zamanki Bunuel bakışıyla burjuvazi eleştirisi de yapıyor.

Mathieu, orta yaşı geçmiş, dul ve zengin bir burjuvadır. Bir tren yolculuğunda bir kadın ve kızı, bir yargıç ve bir psikoloji profesörü ile aynı kompartımanı paylaşır. Tren hareket etmeden az önce trene binmeye çalışan bir genç kızın başından aşağı bir kova su döker. Bunu kompartımanındaki kadının kızı görür ve tren hareket ettikten sonra Mathieu'ye neden yaptığını sorar. Kompartımanda oturan diğer kişiler de bunun nedenini öğrenmek ister. Mathieu geriye dönüşlerle adı Conchita olan bu kızla ilgili öyküsünü anlatır.

Bunuel, filmlerinde sıkça kullandığı metafor olan "bir şeyi bir türlü yapamama" metaforunu bu filmde de kullanıyor. Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği'nde bir grup burjuva türlü aksilikler nedeniyle film boyunca bir türlü yemek yiyemezler. Burada ise, geçkin bir adamın delice arzuladığı bir genç kızla bir türlü seks yapamaması üzerinden ilerler film.

Çok iyi bir film bu. Kesinlikle izlenmeli...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/461255803908038/

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Classe tous risques / Consider All Risks / The Big Risk (1960) - Claude Sautet


Dün akşam bir nostalji yapayım dedim ve zamanında 2-3 kez seyrettiğim ve de keyif aldığım bu filmi tekrar izledim. Hem de aynı duygularla. Sizinde en azından tv'de birkaç kez izlediğinizden emin olduğum bu filmi hem tekrar hatırlatmayı hem de genç sinemasever arkadaşlarıma türünün iyi bir örneğini sunmuş olacağımı düşü
nüyorum. J.P.Belmondo'nun ilk yıllarına rastlayan bu filmde özellikle "kuzu bakışlı kurt adam" Lino Ventura'nın müthiş oyunculuğuna genç arkadaşlarımın dikkatini çekmek isterim.

Senaryonun özünde suçlular, gangsterler ve sert polisler var ama seyirciyi bezdiren bir suç yumağı, adam öldürmeler, kaçıp kovalamalar yerine mesajlarla dolu bir hikaye var.Kısaca patlamış mısırınızı alıp tv karşısında ayaklarınızı uzatarak izleyeceğiniz keyifli bir film. Üstelik o yılların Milano ve Paris gibi şehirlerini doyasıya izlemece...

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151062148078929&set=o.285196264847327&type=1&theater 

21 Ağustos 2012 Salı

Dzien swira / Day of the Wacko / Kaçığın Günü (2002) - Marek Koterski

 
Polonya yapımı bir film.Hepimiz Obsesif-Kompülsüf bozukluk hakkında az çok bir şeyler duymuşuzdur.Bir OKB hastasını kendi psikiyatri bilgimle kısaca ;"engelleyemediği takıntılı düşüncelerinin yarattığı huzursuzluğu giderebilmek için yapması gereken bir dizi hareketle hayatı daha da zorlu hale gelen insandır" diye tanımlayabilirim sanırım.
Kahramanımız da bu hastalıktan muzdarip, 49 yaşında mutsuz ve kendini başarısız hisseden bir şiir öğretmeni.Hayatı,çay içmek ya da kapıyı çekip evden çıkmak gibi en basit olay için bile yapmayı zorunlu hissettiği ritüeller yüzünden cehenneme dönmüş bu agresif kişinin; şehir,gürültü,kirlilik,anlayışsızlık ve korkuları yüzünden iyice köşeye sıkışmasını son derece başarılı ve bana göre komik olduğu kadar şiirsel ve hüzünlü cümlelerle de anlatan güzel bir film Kaçığın Günü.Ben keyifle izledim ve kesinlikle tavsiye ediyorum.Aynı keyfi almanız dileğiyle:))
Filmden bir iç konuşma:"Sabah kalkmaktan korkuyorum.Günden korkuyorum.Her gün her sabah gözlerimi açmaktan korkuyorum.Beni korkutan bu şafak değil.Yeni gelen günle ne yapacağımı hiç bilmiyorum"
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/459569254076693/

17 Ağustos 2012 Cuma

Angst essen Seele auf / Ali: Fear Eats the Soul / Korku ruhu kemirir (1974) - Rainer Werner Fassbinder


Mutluluk her zaman keyif vermez…

Bu filmin tanıtımını Serdar ya da Nail’e vermek lazımdı aslında ki ballandıra ballandıra pazarlasınlar ;)


Rainer Werner Fassbinder, II.Dünya Savaşı ardından Almanya’nın kalkınmak ve yapılanmak adına kabul ettiği göçmen alımının sorunlarını belki de en iyi beyazperdeye aktaran yönetmen.Fassbinder bu konuyu çok iyi irdelediği bu film ile ilk uluslararası başarısına kavuşmuştur.

Ali:Fear eats the soul olarak İngilizceye çevrilen film aslında Almanca da gramer olarak bilerek yanlış yazılmış ve Ali’nin Almanca konuşamayan ikinci sınıf vatandaşlığına gönderme yapılmıştır.

Film de Ali’nin adı aslında El Hedi Ben Salem MohammedMustapha. Oysa bu Fas’lı işçi kendisini Ali olarak tanıtıyor. Aslında Almanlar için de yeterli, bir göçmenin adının Ali olması, daha fazlasına gerek duymuyorlar.
Emmi Kurowski, yaşlı bir Alman kadın, toplumca küçümsenen bir meslek olan temizlikçilik dir yaptığı iş.

Filmin kısaca konusuna gelince; Ali, Fas'tan Almanya'ya çalışmak için gelmiş bir işçidir. Her zaman gittiği ve Arap arkadaşlarıyla buluştuğu bir barda, 60 yaşının üzerindeki Emmi isimli bir kadınla tanışır. Emmi, kendisine aşık olur ve bir süre sonra evlenirler. Ancak, bu evlilik göçmenlerin yarattığı tedirginliği yoğunlukla yaşayan Bavyera Almanları üzerinde şok etkisi yaratır. Emmi, çocukları ve çevresi tarafından itilir. İmkansız gibi görünen Emmi ve Ali'nin aşkı, hikaye ilerledikçe yönetmen tarafından sert bir toplum eleştirisine doğru evrilir.

Yaşlı bir kadın ile toplumda dışlanan adam özdeşleşmesinin, “kapı kirişlerine sıkışmışlık” ve yakın zaman Almanya’sında geçmişten süre gelen ırkçılık içerisinde işlenen harika bir film…

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151049814628929&set=o.285196264847327&type=1&theater 

14 Ağustos 2012 Salı

Le souffle au coeur / Kalp Mırıltısı (1971) - Louis Malle

 

Büyük bir malikane ve burjuvazinin göbeğinde yer alan bir aile. Jinekolog ve paraya para demeyen bir baba, İtalyan ve genç bir sevgilisi olan bir anne, birbirinden çatlak iki (büyük) erkek kardeş ve 14 yaşındaki, Proust ve Camus sever kahramanımız Laurent. Laurent'nın ağbilerinin teşviki ile bir geneleve gidişine ve ilk cinsel deneyimini y
aşayışına tanık oluyoruz. Bu filmin önemli noktalarından biri. Ardından Laurent'nın kalp mırıltısı rahatsızlığından mustarip olduğunu ve bir sanatoryuma gittiğini görüyoruz ki esas hadise burada ortaya çıkıyor. En başından beri aralarındaki ilişkinin ve sevginin ailenin diğer üyeleriyle kurdukları ilişkiye oranla farklı olduğunu gördüğümüz anne ile Laurent arasındaki cinsel gerilime tanıklık ediyoruz. Forumlarda, sinema tartışmalarında sevilen tabirle kahramanımız bir "Oedipus karakterine" dönüşüyor.
Burjuvaziye yönelik güçlü eleştirisi, çocuk ya da genç kahramanların harika oyunculuğu ve zarif biçimde işlenmiş bir "Oedipus" hikayesi. Zamanında büyük ses getirmiş, oldukça beğeni toplamış, çok büyük gişe başarısı elde etmiş bir film ve Malle'nin başyapıtlarından bir tanesi. Ensest ilişki çağrışımları nedeniyle tepki de toplayan filmimiz kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Bu büyük klasiği kaçırmamalısınız diyorum ben de naçizane...
 

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Idi i smotri / Come and See / Go and Look / Gel ve Gör (1985) - Elem Klimov

 
Sovyet yönetmen Elem Klimov'un şaheseri... Sanırım savaş filmleri arasında çekilmiş ve belki de çekilebilecek en sert, en gerçekçi ve en olağanüstü yapıt... Bu filmi izlemeden savaşın yıkıcılığı ve faşizmin vahşeti üzerine yapılacak tüm yorumlar eksik kalacaktır... Film Beyaz Rusya'da geçiyor ve başrol oyuncusu faşizmin vahşeti nedeniyle işitme yetisini yitiren ve onun gözünden olayların anlatıldığı Aleksey Kravchenko... Olağanüstü bir oyun gücü...Bence başta Er Ryan olmak üzere, Amerikalıların çektiği 2.Dünya Savaşı filmlerindeki " Amerikan yavşaklığını" bir tarafa atarak 26 Milyon insanının yitirmiş Sovyet Halkının gözünden bu savaşı izlemek ve özellikle Idi i smotri ile 2.Dünya Savaşı ve Nazizmi görmek gerek... Sizi uyarmalıyım sert görüntüler nedeniyle rahatsız olabilirsiniz...Ama izleyin, mutlaka izleyin, kesinlikle izleyin... 
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/456023101097975/

10 Ağustos 2012 Cuma

Letyat Zhuravli / Leylekler Uçarken (1957) - Mikhail Kalatozov

 

1957 yapımı, savaşın yarattığı yıkımı ve getirdiği acıları anlatan harikulade bir başyapıt. Almanya'nın saldırısı ile İkinci Dünya Savaşı'na dahil olmak zorunda kalan, vatan savunmasına girişen Sovyet halklarının çektiği sıkıntıların güzel bir fotoğrafı. Birbirlerine çılgınca aşık iki genç Boris ve Veronika'nın hikayesi üzerinden işle
nir mesele. Savaş için orduya alımlar başladığında Boris gönüllü olur ve Veronika'nın doğum gününden bir gün önce orduya katılmak üzere evden ayrılır. İkili tam anlamıyla vedalaşamazlar. Boris cephedeyken, Veronika, kendisine aşık olan Boris'İn kuzeni Marck'ın tecavüzüne uğrar ve onunla evlenmek zorunda kalır. Boris'in adı kayıplar listesindedir ancak Veronika ümidini yitirmez ve Boris'i beklemeye devam eder.

Filmimiz döneminde olağanüstü bir başarı kazanmış. Her şeyden önce 1958 yılının Altın Palmiye kazananı olduğunu ifade etmemiz gerek. Görüntü yönetmenliği konusunda çığır açan ve döneminde devrim niteliği taşıyan bir tekniğin uygulandığı görünmekte. İnsanın canını yakan, içini acıtan pek çok sahne mevcut. Özellikle Boris'in vurulma anı ve o esnada gördüğü evlilik düşü insanı paramparça ediyor. İyilerin mutlak iyi, kötülerin mutlak kötü olarak resmedildiği bir propaganda filmi olması dahi bir şey kaybettiriyor değil esere. Potemkin Zırhlısı ve filmimiz Leylekler Uçarken, propaganda filmlerinin de nasıl çığır açıcı işler haline dönüşebileceğinin kanıtı niteliğinde adete. Mutlaka görülmesi gereken, başarılı bir eser, müthiş bir klasik..
 

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Bob le flambeur / Kumarbaz Bob (1956) - Jean Pierre Melville

 

Fransız Yeni Dalgasının gelişini haber veren güzide bir eser. Eski bir suçlu, yaman bir hırsız ve alemlerin en büyük kumarbazlarından Bob, hırsızlığa ve yasa dışı işlere bulaşmayı uzun zaman önce bırakmıştır. Gel gelelim ayağına kadar gelen son bir vurgun yapma fırsatını geri tepmeyi istemez ve bir plan hazırlayarak harekete geçer. Ne v
ar ki işler hiç de beklediği gibi gelişmeyecektir.

Jean Pierre Melville gibi bir ustanın elinden çıkmış, çok zarif bir anlatım diline sahip bu güzel filmi tavsiye ediyorum herkese. Roger Duchense'in harika oyunculuğu ve karizmatik duruşu, bunun yanında yine Isabelle Corey'nin başarılı oyunculuğu ve inanılmaz güzelliği filmi çekici kılan unsurlardan. Görülmesi gereken bir eser...
 

5 Ağustos 2012 Pazar

Someting the Lord Made / Tanrıyı Oynayanlar (2004) - Joseph Sargent

 
2004 yapımı,sakin,sinema filminden çok tv filmi hissi veren,iyi oyuncularla çekilmiş,gerçek bir hikayeden sinemaya uyarlanması ve ırk ayrımını vurgulaması dışında ,bana 8.2'lik İMDB puanını nasıl almış dedirten bir film.Kötü mü?Değil elbette ama 7.0 puanla çok daha etkileyici bulduğum filmleri düşününce,puanlamanın sadece fikir verdiğini ,çok şey ifade etmediğini düşünmeden edemiyorum En azından filmi izleyinceye kadar kesin karar vermemek gerekiyor sanırım.Konu ırk ayrımı olunca "Mor Yıllar" ya da yakın dönemde izlediğim "Help"' ayrı yerde tutulmak kaydıyla,izlenebilecek bir film olduğunu söyleyebilirim yine de. Konusuna gelince:

Yıl 1930′lar.Vivien Thomas basit bir marangoz ve üniversiteye gidebilmek için para biriktiren bir zenci.Bankanın iflas etmesiyle üniversite hayali suya düşüyor ve sokak köpekleriyle deneyler yapan cerrah Alfred Blalock’ın yanında kafesleri temizlemek için işe başlıyor.Zamanla üstün yeteneği ve öğrenme azmiyle en iyi yardımcısı oluyor.Tıpta "Mavi Bebek" denilen bir kalp hastalığın tedavisinin bulunmasında asıl rol oynayan kişi olmasına rağmen,hem eğitimi hen zenci olması uzun süre görmemezlikten gelinmesine neden oluyor.
Film, 2 dalda Altın Küre adayı olmuş ve toplamda 15 ödül kazanmış.İyi seyirler:))
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/453986671301618/

3 Ağustos 2012 Cuma

The Marriage of Maria Braun / Die Ehe der Maria Braun / Maria Braun'un Evliliği (1979) - Rainer Werner Fassbinder


Bugünü kendime film izleme günü olarak ayırmıştım ve zamanım da çok uygun olduğu için kendime bir trilogy seçip arka arkaya izlemeye karar verdim.Seçtiğim üçleme R.W.Fassbinder'in BRD üçlemesi oldu ama niye yalan söyleyeyim tekledim ;)
Üçlemenin en ses getiren ve Fassbinder filmleri a

rasında en iyisi olduğu söylenmesine rağmen söylenen etkiyi yakalıyamadım ve haliyle diğerlerini de izleyecek enerjim kayboldu.Ben yine de filmi paylaşmak istedim,olur da izleyen arkadaşlarımız çıkarda kritik yaparsa kendimi ve filmi yeniden sorgulamak adına şansım olur diye düşünüyorum...

Fassbinder'in İkinci Dünya Savaşı sonrası kadınlarını işlediği üçlemenin ilk filmi (diğerleri Veronika Voss ve Lola)...Bu filmle Fassbinder'in ünü Almanya'da ve diğer ülkelerde daha da pekişmiştir. Açılış sahnesinde, Müttefiklerin bombalarıyla yıkılan bir Alman kentinde, Maria ve asker nişanlısı Hermann Braun evlenmektedirler. Yeni evli asker hemen Rus cephesine gönderilir. Maria geride annesi ve kız kardeşiyle yoksulluğun içinde kalır. Kocasından haber beklemekte, her gün ondan gelebilecek haberleri öğrenmek için tren istasyonuna gitmektedir. Bir gün kocasının öldüğü haberini alır ve Amerikan askerlerine hizmet eden bir barda garson olarak çalışmaya başlar. Orada iri yarı siyah asker Bill'le tanışır ve çok az konuşabilmelerine karşın sevgili olurlar. Tam da kocasını unutmak üzereyken, aç ve hadım edilmiş Hermann çıkagelir. Fassbinder uluslar arası büyük bir gişe geliri elde eden bu filmi ile inatçı bir kadının ince ve dramatik bir resmini çizerken, Almanya'nın 1950'lerdeki Ekonomik Mucizesi"ne en etkili mecazi saldırısını yapıyor. Hitler ve Helmut Schmidt'in fotoğrafları arasında gelişen öykü mükemmel bir şekilde tasarlanan komik ve pembe-dizi vari olaylarla bezenmiştir.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151020290143929&set=o.285196264847327&type=1&theater