Paylaştığım filmlere ait -facebook grubumuzdaki yorumları içeren- detay linkleri sadece "Cult Movies & Soundtracks" facebook grubuna üye olanlara aktiftir. Yorumları görebilmeniz için söz konusu gruba üye olmanız gerekmektedir. Facebook grubumuzdaki paylaşım tarihlerine sadık kalındığından zamanla ilave edilen filmler blogun en üstünde değil ait olduğu tarihte yer alacaktır. Film listesi başlığı altından güncellemeleri kontrol etmenizi öneririm.
28 Ağustos 2012 Salı
Kjærlighetens Kjøtere / Zero Kelvin (1995) - Hans Petter Moland
1995
yapımı, şahane bir Norveç filmi. İnce ruhlu şairimiz Henrik Larsen
nişanlanmayı düşündüğü sevgilisini geride bırakarak bir bilim adamı olan
Holm ve bir denizci olan Randbek ile bir sene geçirmek üzere Grönland'a
gider. Sevgili şairimiz ile denizci Randbek arasında ilginç ve
gerilimli bir ilişki başlayacaktır. İkili birbirlerine sandıklarından
çok daha fazla benzemektedir aslında.
Oldukça başarılı
oyunculuklar, etkileyici bir yönetim ve Grönland'ın olağanüstü doğa
manzaraları eşliğinde gayet güzel ve nitelikli bir eser çıkmış ortaya.
Özellikle "Breaking the Waves" ve "Good Will Hunting" filmlerinden
tanıyacağınız Stellan Skarsgard'ın oyunculuğu tam anlamıyla göz
kamaştırıcı. Kuzey ülkelerine, o coğrafyaya ve insanlarına ilgi duyan
herkesin bayılacağı bir film. Mutlaka görülmelidir diyerek
bitiriyorum...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/462294747137477/
25 Ağustos 2012 Cumartesi
Cet obscur objet du désir / That Obscure Object of desire / Arzunun Şu Karanlık Nesnesi (1977) - Luis Bunuel
1977
Fransa - İspanya ortak yapımı. Bir Luis Bunuel başyapıtı. Pierre
Louys'un Kadın ve Kukla adlı eserinden Bunuel'in kendine özgü sürrealist
tarzıyla uyarladığı film, aynı zamanda onun son filmi olma özelliği de
taşıyor.
1977
Fransa - İspanya ortak yapımı. Bir Luis Bunuel başyapıtı. Pierre
Louys'un Kadın ve Kukla adlı eserinden Bunuel'in kendine özgü sürrealist
tarzıyla uyarladığı film, aynı zamanda onun son filmi olma özelliği de
taşıyor.
Filmin başrol oyuncusu Fernando Rey bir diğer Bunuel
başyapıtı Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği'nde olduğu gibi, yine
döktürüyor. Baş kadın karakteri iki ayrı aktristin canlandırması da,
karakterin iki ayrı kişilik halinin ifadesi için usta işi bir yaklaşım
olmuş.
Bunuel'in kendine has stiliyle kotardığı film, görünürde
orta yaşı geçmiş lümpen bir burjuvayla alt tabakadan bir genç kız
arasındaki arzulayan - arzulanan hikayesini yer yer mizahi bir üslupla
anlatırken, arka planında dönemin terör olaylarına da değinmeler ve her
zamanki Bunuel bakışıyla burjuvazi eleştirisi de yapıyor.
Mathieu, orta yaşı geçmiş, dul ve zengin bir burjuvadır. Bir tren
yolculuğunda bir kadın ve kızı, bir yargıç ve bir psikoloji profesörü
ile aynı kompartımanı paylaşır. Tren hareket etmeden az önce trene
binmeye çalışan bir genç kızın başından aşağı bir kova su döker. Bunu
kompartımanındaki kadının kızı görür ve tren hareket ettikten sonra
Mathieu'ye neden yaptığını sorar. Kompartımanda oturan diğer kişiler de
bunun nedenini öğrenmek ister. Mathieu geriye dönüşlerle adı Conchita
olan bu kızla ilgili öyküsünü anlatır.
Bunuel, filmlerinde
sıkça kullandığı metafor olan "bir şeyi bir türlü yapamama" metaforunu
bu filmde de kullanıyor. Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği'nde bir grup
burjuva türlü aksilikler nedeniyle film boyunca bir türlü yemek
yiyemezler. Burada ise, geçkin bir adamın delice arzuladığı bir genç
kızla bir türlü seks yapamaması üzerinden ilerler film.
Çok iyi bir film bu. Kesinlikle izlenmeli...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/461255803908038/
22 Ağustos 2012 Çarşamba
Classe tous risques / Consider All Risks / The Big Risk (1960) - Claude Sautet
Dün akşam bir nostalji yapayım dedim ve zamanında 2-3 kez seyrettiğim ve de keyif aldığım bu filmi tekrar izledim. Hem de aynı duygularla. Sizinde en azından tv'de birkaç kez izlediğinizden emin olduğum bu filmi hem tekrar hatırlatmayı hem de genç sinemasever arkadaşlarıma türünün iyi bir örneğini sunmuş olacağımı düşü
Dün akşam bir nostalji yapayım dedim ve zamanında 2-3 kez seyrettiğim ve de keyif aldığım bu filmi tekrar izledim. Hem de aynı duygularla. Sizinde en azından tv'de birkaç kez izlediğinizden emin olduğum bu filmi hem tekrar hatırlatmayı hem de genç sinemasever arkadaşlarıma türünün iyi bir örneğini sunmuş olacağımı düşü
nüyorum.
J.P.Belmondo'nun ilk yıllarına rastlayan bu filmde özellikle "kuzu
bakışlı kurt adam" Lino Ventura'nın müthiş oyunculuğuna genç
arkadaşlarımın dikkatini çekmek isterim.
Senaryonun özünde suçlular, gangsterler ve sert polisler var ama seyirciyi bezdiren bir suç yumağı, adam öldürmeler, kaçıp kovalamalar yerine mesajlarla dolu bir hikaye var.Kısaca patlamış mısırınızı alıp tv karşısında ayaklarınızı uzatarak izleyeceğiniz keyifli bir film. Üstelik o yılların Milano ve Paris gibi şehirlerini doyasıya izlemece...
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151062148078929&set=o.285196264847327&type=1&theater
Senaryonun özünde suçlular, gangsterler ve sert polisler var ama seyirciyi bezdiren bir suç yumağı, adam öldürmeler, kaçıp kovalamalar yerine mesajlarla dolu bir hikaye var.Kısaca patlamış mısırınızı alıp tv karşısında ayaklarınızı uzatarak izleyeceğiniz keyifli bir film. Üstelik o yılların Milano ve Paris gibi şehirlerini doyasıya izlemece...
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151062148078929&set=o.285196264847327&type=1&theater
21 Ağustos 2012 Salı
Dzien swira / Day of the Wacko / Kaçığın Günü (2002) - Marek Koterski
Polonya
yapımı bir film.Hepimiz Obsesif-Kompülsüf bozukluk hakkında az çok bir
şeyler duymuşuzdur.Bir OKB hastasını kendi psikiyatri bilgimle kısaca
;"engelleyemediği takıntılı düşüncelerinin yarattığı huzursuzluğu
giderebilmek için yapması gereken bir dizi hareketle hayatı daha da
zorlu hale gelen insandır" diye tanımlayabilirim sanırım.
Polonya
yapımı bir film.Hepimiz Obsesif-Kompülsüf bozukluk hakkında az çok bir
şeyler duymuşuzdur.Bir OKB hastasını kendi psikiyatri bilgimle kısaca
;"engelleyemediği takıntılı düşüncelerinin yarattığı huzursuzluğu
giderebilmek için yapması gereken bir dizi hareketle hayatı daha da
zorlu hale gelen insandır" diye tanımlayabilirim sanırım.
Kahramanımız da bu hastalıktan muzdarip, 49 yaşında mutsuz ve kendini
başarısız hisseden bir şiir öğretmeni.Hayatı,çay içmek ya da kapıyı
çekip evden çıkmak gibi en basit olay için bile yapmayı zorunlu
hissettiği ritüeller yüzünden cehenneme dönmüş bu agresif kişinin;
şehir,gürültü,kirlilik,anlayış sızlık
ve korkuları yüzünden iyice köşeye sıkışmasını son derece başarılı ve
bana göre komik olduğu kadar şiirsel ve hüzünlü cümlelerle de anlatan
güzel bir film Kaçığın Günü.Ben keyifle izledim ve kesinlikle tavsiye
ediyorum.Aynı keyfi almanız dileğiyle:))
Filmden bir iç
konuşma:"Sabah kalkmaktan korkuyorum.Günden korkuyorum.Her gün her sabah
gözlerimi açmaktan korkuyorum.Beni korkutan bu şafak değil.Yeni gelen
günle ne yapacağımı hiç bilmiyorum"
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/459569254076693/
17 Ağustos 2012 Cuma
Angst essen Seele auf / Ali: Fear Eats the Soul / Korku ruhu kemirir (1974) - Rainer Werner Fassbinder
Mutluluk her zaman keyif vermez…
Bu filmin tanıtımını Serdar ya da Nail’e vermek lazımdı aslında ki ballandıra ballandıra pazarlasınlar ;)
Rainer Werner Fassbinder, II.Dünya Savaşı ardından Almanya’nın kalkınmak ve yapılanmak adına kabul ettiği göçmen alımının sorunlarını belki de en iyi beyazperdeye aktaran yönetmen.Fassbinder bu konuyu çok iyi irdelediği bu film ile ilk uluslararası başarısına kavuşmuştur.
Ali:Fear eats the soul olarak İngilizceye çevrilen film aslında Almanca da gramer olarak bilerek yanlış yazılmış ve Ali’nin Almanca konuşamayan ikinci sınıf vatandaşlığına gönderme yapılmıştır.
Film de Ali’nin adı aslında El Hedi Ben Salem MohammedMustapha. Oysa bu Fas’lı işçi kendisini Ali olarak tanıtıyor. Aslında Almanlar için de yeterli, bir göçmenin adının Ali olması, daha fazlasına gerek duymuyorlar.
Emmi Kurowski, yaşlı bir Alman kadın, toplumca küçümsenen bir meslek olan temizlikçilik dir yaptığı iş.
Filmin kısaca konusuna gelince; Ali, Fas'tan Almanya'ya çalışmak için gelmiş bir işçidir. Her zaman gittiği ve Arap arkadaşlarıyla buluştuğu bir barda, 60 yaşının üzerindeki Emmi isimli bir kadınla tanışır. Emmi, kendisine aşık olur ve bir süre sonra evlenirler. Ancak, bu evlilik göçmenlerin yarattığı tedirginliği yoğunlukla yaşayan Bavyera Almanları üzerinde şok etkisi yaratır. Emmi, çocukları ve çevresi tarafından itilir. İmkansız gibi görünen Emmi ve Ali'nin aşkı, hikaye ilerledikçe yönetmen tarafından sert bir toplum eleştirisine doğru evrilir.
Yaşlı bir kadın ile toplumda dışlanan adam özdeşleşmesinin, “kapı kirişlerine sıkışmışlık” ve yakın zaman Almanya’sında geçmişten süre gelen ırkçılık içerisinde işlenen harika bir film…
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151049814628929&set=o.285196264847327&type=1&theater
Mutluluk her zaman keyif vermez…
Bu filmin tanıtımını Serdar ya da Nail’e vermek lazımdı aslında ki ballandıra ballandıra pazarlasınlar ;)
Rainer Werner Fassbinder, II.Dünya Savaşı ardından Almanya’nın kalkınmak ve yapılanmak adına kabul ettiği göçmen alımının sorunlarını belki de en iyi beyazperdeye aktaran yönetmen.Fassbinder bu konuyu çok iyi irdelediği bu film ile ilk uluslararası başarısına kavuşmuştur.
Ali:Fear eats the soul olarak İngilizceye çevrilen film aslında Almanca da gramer olarak bilerek yanlış yazılmış ve Ali’nin Almanca konuşamayan ikinci sınıf vatandaşlığına gönderme yapılmıştır.
Film de Ali’nin adı aslında El Hedi Ben Salem MohammedMustapha. Oysa bu Fas’lı işçi kendisini Ali olarak tanıtıyor. Aslında Almanlar için de yeterli, bir göçmenin adının Ali olması, daha fazlasına gerek duymuyorlar.
Emmi Kurowski, yaşlı bir Alman kadın, toplumca küçümsenen bir meslek olan temizlikçilik dir yaptığı iş.
Filmin kısaca konusuna gelince; Ali, Fas'tan Almanya'ya çalışmak için gelmiş bir işçidir. Her zaman gittiği ve Arap arkadaşlarıyla buluştuğu bir barda, 60 yaşının üzerindeki Emmi isimli bir kadınla tanışır. Emmi, kendisine aşık olur ve bir süre sonra evlenirler. Ancak, bu evlilik göçmenlerin yarattığı tedirginliği yoğunlukla yaşayan Bavyera Almanları üzerinde şok etkisi yaratır. Emmi, çocukları ve çevresi tarafından itilir. İmkansız gibi görünen Emmi ve Ali'nin aşkı, hikaye ilerledikçe yönetmen tarafından sert bir toplum eleştirisine doğru evrilir.
Yaşlı bir kadın ile toplumda dışlanan adam özdeşleşmesinin, “kapı kirişlerine sıkışmışlık” ve yakın zaman Almanya’sında geçmişten süre gelen ırkçılık içerisinde işlenen harika bir film…
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151049814628929&set=o.285196264847327&type=1&theater
14 Ağustos 2012 Salı
Le souffle au coeur / Kalp Mırıltısı (1971) - Louis Malle
Büyük
bir malikane ve burjuvazinin göbeğinde yer alan bir aile. Jinekolog ve
paraya para demeyen bir baba, İtalyan ve genç bir sevgilisi olan bir
anne, birbirinden çatlak iki (büyük) erkek kardeş ve 14 yaşındaki,
Proust ve Camus sever kahramanımız Laurent. Laurent'nın ağbilerinin
teşviki ile bir geneleve gidişine ve ilk cinsel deneyimini y
aşayışına
tanık oluyoruz. Bu filmin önemli noktalarından biri. Ardından
Laurent'nın kalp mırıltısı rahatsızlığından mustarip olduğunu ve bir
sanatoryuma gittiğini görüyoruz ki esas hadise burada ortaya çıkıyor. En
başından beri aralarındaki ilişkinin ve sevginin ailenin diğer
üyeleriyle kurdukları ilişkiye oranla farklı olduğunu gördüğümüz anne
ile Laurent arasındaki cinsel gerilime tanıklık ediyoruz. Forumlarda,
sinema tartışmalarında sevilen tabirle kahramanımız bir "Oedipus
karakterine" dönüşüyor.
Burjuvaziye yönelik güçlü eleştirisi, çocuk ya da genç kahramanların harika oyunculuğu ve zarif biçimde işlenmiş bir "Oedipus" hikayesi. Zamanında büyük ses getirmiş, oldukça beğeni toplamış, çok büyük gişe başarısı elde etmiş bir film ve Malle'nin başyapıtlarından bir tanesi. Ensest ilişki çağrışımları nedeniyle tepki de toplayan filmimiz kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Bu büyük klasiği kaçırmamalısınız diyorum ben de naçizane...
Burjuvaziye yönelik güçlü eleştirisi, çocuk ya da genç kahramanların harika oyunculuğu ve zarif biçimde işlenmiş bir "Oedipus" hikayesi. Zamanında büyük ses getirmiş, oldukça beğeni toplamış, çok büyük gişe başarısı elde etmiş bir film ve Malle'nin başyapıtlarından bir tanesi. Ensest ilişki çağrışımları nedeniyle tepki de toplayan filmimiz kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Bu büyük klasiği kaçırmamalısınız diyorum ben de naçizane...
11 Ağustos 2012 Cumartesi
Idi i smotri / Come and See / Go and Look / Gel ve Gör (1985) - Elem Klimov
Sovyet yönetmen Elem Klimov'un şaheseri... Sanırım savaş filmleri arasında çekilmiş ve belki de çekilebilecek en sert, en gerçekçi ve en olağanüstü yapıt... Bu filmi izlemeden savaşın yıkıcılığı ve faşizmin vahşeti üzerine yapılacak tüm yorumlar eksik kalacaktır... Film Beyaz Rusya'da geçiyor ve başrol oyuncusu faşizmin vahşeti nedeniyle işitme yetisini yitiren ve onun gözünden olayların anlatıldığı Aleksey Kravchenko... Olağanüstü bir oyun gücü...Bence başta Er Ryan olmak üzere, Amerikalıların çektiği 2.Dünya Savaşı filmlerindeki " Amerikan yavşaklığını" bir tarafa atarak 26 Milyon insanının yitirmiş Sovyet Halkının gözünden bu savaşı izlemek ve özellikle Idi i smotri ile 2.Dünya Savaşı ve Nazizmi görmek gerek... Sizi uyarmalıyım sert görüntüler nedeniyle rahatsız olabilirsiniz...Ama izleyin, mutlaka izleyin, kesinlikle izleyin...
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/456023101097975/
10 Ağustos 2012 Cuma
Letyat Zhuravli / Leylekler Uçarken (1957) - Mikhail Kalatozov
1957
yapımı, savaşın yarattığı yıkımı ve getirdiği acıları anlatan
harikulade bir başyapıt. Almanya'nın saldırısı ile İkinci Dünya
Savaşı'na dahil olmak zorunda kalan, vatan savunmasına girişen Sovyet
halklarının çektiği sıkıntıların güzel bir fotoğrafı. Birbirlerine
çılgınca aşık iki genç Boris ve Veronika'nın hikayesi üzerinden işle
nir
mesele. Savaş için orduya alımlar başladığında Boris gönüllü olur ve
Veronika'nın doğum gününden bir gün önce orduya katılmak üzere evden
ayrılır. İkili tam anlamıyla vedalaşamazlar. Boris cephedeyken,
Veronika, kendisine aşık olan Boris'İn kuzeni Marck'ın tecavüzüne uğrar
ve onunla evlenmek zorunda kalır. Boris'in adı kayıplar listesindedir
ancak Veronika ümidini yitirmez ve Boris'i beklemeye devam eder.
Filmimiz döneminde olağanüstü bir başarı kazanmış. Her şeyden önce 1958 yılının Altın Palmiye kazananı olduğunu ifade etmemiz gerek. Görüntü yönetmenliği konusunda çığır açan ve döneminde devrim niteliği taşıyan bir tekniğin uygulandığı görünmekte. İnsanın canını yakan, içini acıtan pek çok sahne mevcut. Özellikle Boris'in vurulma anı ve o esnada gördüğü evlilik düşü insanı paramparça ediyor. İyilerin mutlak iyi, kötülerin mutlak kötü olarak resmedildiği bir propaganda filmi olması dahi bir şey kaybettiriyor değil esere. Potemkin Zırhlısı ve filmimiz Leylekler Uçarken, propaganda filmlerinin de nasıl çığır açıcı işler haline dönüşebileceğinin kanıtı niteliğinde adete. Mutlaka görülmesi gereken, başarılı bir eser, müthiş bir klasik..
Filmimiz döneminde olağanüstü bir başarı kazanmış. Her şeyden önce 1958 yılının Altın Palmiye kazananı olduğunu ifade etmemiz gerek. Görüntü yönetmenliği konusunda çığır açan ve döneminde devrim niteliği taşıyan bir tekniğin uygulandığı görünmekte. İnsanın canını yakan, içini acıtan pek çok sahne mevcut. Özellikle Boris'in vurulma anı ve o esnada gördüğü evlilik düşü insanı paramparça ediyor. İyilerin mutlak iyi, kötülerin mutlak kötü olarak resmedildiği bir propaganda filmi olması dahi bir şey kaybettiriyor değil esere. Potemkin Zırhlısı ve filmimiz Leylekler Uçarken, propaganda filmlerinin de nasıl çığır açıcı işler haline dönüşebileceğinin kanıtı niteliğinde adete. Mutlaka görülmesi gereken, başarılı bir eser, müthiş bir klasik..
8 Ağustos 2012 Çarşamba
Bob le flambeur / Kumarbaz Bob (1956) - Jean Pierre Melville
Fransız Yeni Dalgasının gelişini haber veren güzide bir eser. Eski bir suçlu, yaman bir hırsız ve alemlerin en büyük kumarbazlarından Bob, hırsızlığa ve yasa dışı işlere bulaşmayı uzun zaman önce bırakmıştır. Gel gelelim ayağına kadar gelen son bir vurgun yapma fırsatını geri tepmeyi istemez ve bir plan hazırlayarak harekete geçer. Ne v
Fransız Yeni Dalgasının gelişini haber veren güzide bir eser. Eski bir suçlu, yaman bir hırsız ve alemlerin en büyük kumarbazlarından Bob, hırsızlığa ve yasa dışı işlere bulaşmayı uzun zaman önce bırakmıştır. Gel gelelim ayağına kadar gelen son bir vurgun yapma fırsatını geri tepmeyi istemez ve bir plan hazırlayarak harekete geçer. Ne v
ar ki işler hiç de beklediği gibi gelişmeyecektir.
Jean Pierre Melville gibi bir ustanın elinden çıkmış, çok zarif bir anlatım diline sahip bu güzel filmi tavsiye ediyorum herkese. Roger Duchense'in harika oyunculuğu ve karizmatik duruşu, bunun yanında yine Isabelle Corey'nin başarılı oyunculuğu ve inanılmaz güzelliği filmi çekici kılan unsurlardan. Görülmesi gereken bir eser...
Jean Pierre Melville gibi bir ustanın elinden çıkmış, çok zarif bir anlatım diline sahip bu güzel filmi tavsiye ediyorum herkese. Roger Duchense'in harika oyunculuğu ve karizmatik duruşu, bunun yanında yine Isabelle Corey'nin başarılı oyunculuğu ve inanılmaz güzelliği filmi çekici kılan unsurlardan. Görülmesi gereken bir eser...
5 Ağustos 2012 Pazar
Someting the Lord Made / Tanrıyı Oynayanlar (2004) - Joseph Sargent
2004
yapımı,sakin,sinema filminden çok tv filmi hissi veren,iyi oyuncularla
çekilmiş,gerçek bir hikayeden sinemaya uyarlanması ve ırk ayrımını
vurgulaması dışında ,bana 8.2'lik İMDB puanını nasıl almış dedirten bir
film.Kötü mü?Değil elbette ama 7.0 puanla çok daha etkileyici bulduğum
filmleri düşününce,puanlamanın sadece fikir verdiğini ,çok şey ifade
etmediğini düşünmeden edemiyorum En azından filmi izleyinceye kadar
kesin karar vermemek gerekiyor sanırım.Konu ırk ayrımı olunca "Mor
Yıllar" ya da yakın dönemde izlediğim "Help"' ayrı yerde tutulmak
kaydıyla,izlenebilecek bir film olduğunu söyleyebilirim yine de.
Konusuna gelince:
2004
yapımı,sakin,sinema filminden çok tv filmi hissi veren,iyi oyuncularla
çekilmiş,gerçek bir hikayeden sinemaya uyarlanması ve ırk ayrımını
vurgulaması dışında ,bana 8.2'lik İMDB puanını nasıl almış dedirten bir
film.Kötü mü?Değil elbette ama 7.0 puanla çok daha etkileyici bulduğum
filmleri düşününce,puanlamanın sadece fikir verdiğini ,çok şey ifade
etmediğini düşünmeden edemiyorum En azından filmi izleyinceye kadar
kesin karar vermemek gerekiyor sanırım.Konu ırk ayrımı olunca "Mor
Yıllar" ya da yakın dönemde izlediğim "Help"' ayrı yerde tutulmak
kaydıyla,izlenebilecek bir film olduğunu söyleyebilirim yine de.
Konusuna gelince:
Yıl 1930′lar.Vivien Thomas basit bir marangoz
ve üniversiteye gidebilmek için para biriktiren bir zenci.Bankanın
iflas etmesiyle üniversite hayali suya düşüyor ve sokak köpekleriyle
deneyler yapan cerrah Alfred Blalock’ın yanında kafesleri temizlemek
için işe başlıyor.Zamanla üstün yeteneği ve öğrenme azmiyle en iyi
yardımcısı oluyor.Tıpta "Mavi Bebek" denilen bir kalp hastalığın
tedavisinin bulunmasında asıl rol oynayan kişi olmasına rağmen,hem
eğitimi hen zenci olması uzun süre görmemezlikten gelinmesine neden
oluyor.
Film, 2 dalda Altın Küre adayı olmuş ve toplamda 15 ödül kazanmış.İyi seyirler:))
https://www.facebook.com/groups/285196264847327/permalink/453986671301618/
3 Ağustos 2012 Cuma
The Marriage of Maria Braun / Die Ehe der Maria Braun / Maria Braun'un Evliliği (1979) - Rainer Werner Fassbinder
Bugünü kendime film izleme günü olarak ayırmıştım ve zamanım da çok uygun olduğu için kendime bir trilogy seçip arka arkaya izlemeye karar verdim.Seçtiğim üçleme R.W.Fassbinder'in BRD üçlemesi oldu ama niye yalan söyleyeyim tekledim ;)
Üçlemenin en ses getiren ve Fassbinder filmleri a
Bugünü kendime film izleme günü olarak ayırmıştım ve zamanım da çok uygun olduğu için kendime bir trilogy seçip arka arkaya izlemeye karar verdim.Seçtiğim üçleme R.W.Fassbinder'in BRD üçlemesi oldu ama niye yalan söyleyeyim tekledim ;)
Üçlemenin en ses getiren ve Fassbinder filmleri a
rasında
en iyisi olduğu söylenmesine rağmen söylenen etkiyi yakalıyamadım ve
haliyle diğerlerini de izleyecek enerjim kayboldu.Ben yine de filmi
paylaşmak istedim,olur da izleyen arkadaşlarımız çıkarda kritik yaparsa
kendimi ve filmi yeniden sorgulamak adına şansım olur diye
düşünüyorum...
Fassbinder'in İkinci Dünya Savaşı sonrası kadınlarını işlediği üçlemenin ilk filmi (diğerleri Veronika Voss ve Lola)...Bu filmle Fassbinder'in ünü Almanya'da ve diğer ülkelerde daha da pekişmiştir. Açılış sahnesinde, Müttefiklerin bombalarıyla yıkılan bir Alman kentinde, Maria ve asker nişanlısı Hermann Braun evlenmektedirler. Yeni evli asker hemen Rus cephesine gönderilir. Maria geride annesi ve kız kardeşiyle yoksulluğun içinde kalır. Kocasından haber beklemekte, her gün ondan gelebilecek haberleri öğrenmek için tren istasyonuna gitmektedir. Bir gün kocasının öldüğü haberini alır ve Amerikan askerlerine hizmet eden bir barda garson olarak çalışmaya başlar. Orada iri yarı siyah asker Bill'le tanışır ve çok az konuşabilmelerine karşın sevgili olurlar. Tam da kocasını unutmak üzereyken, aç ve hadım edilmiş Hermann çıkagelir. Fassbinder uluslar arası büyük bir gişe geliri elde eden bu filmi ile inatçı bir kadının ince ve dramatik bir resmini çizerken, Almanya'nın 1950'lerdeki Ekonomik Mucizesi"ne en etkili mecazi saldırısını yapıyor. Hitler ve Helmut Schmidt'in fotoğrafları arasında gelişen öykü mükemmel bir şekilde tasarlanan komik ve pembe-dizi vari olaylarla bezenmiştir.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151020290143929&set=o.285196264847327&type=1&theater
Fassbinder'in İkinci Dünya Savaşı sonrası kadınlarını işlediği üçlemenin ilk filmi (diğerleri Veronika Voss ve Lola)...Bu filmle Fassbinder'in ünü Almanya'da ve diğer ülkelerde daha da pekişmiştir. Açılış sahnesinde, Müttefiklerin bombalarıyla yıkılan bir Alman kentinde, Maria ve asker nişanlısı Hermann Braun evlenmektedirler. Yeni evli asker hemen Rus cephesine gönderilir. Maria geride annesi ve kız kardeşiyle yoksulluğun içinde kalır. Kocasından haber beklemekte, her gün ondan gelebilecek haberleri öğrenmek için tren istasyonuna gitmektedir. Bir gün kocasının öldüğü haberini alır ve Amerikan askerlerine hizmet eden bir barda garson olarak çalışmaya başlar. Orada iri yarı siyah asker Bill'le tanışır ve çok az konuşabilmelerine karşın sevgili olurlar. Tam da kocasını unutmak üzereyken, aç ve hadım edilmiş Hermann çıkagelir. Fassbinder uluslar arası büyük bir gişe geliri elde eden bu filmi ile inatçı bir kadının ince ve dramatik bir resmini çizerken, Almanya'nın 1950'lerdeki Ekonomik Mucizesi"ne en etkili mecazi saldırısını yapıyor. Hitler ve Helmut Schmidt'in fotoğrafları arasında gelişen öykü mükemmel bir şekilde tasarlanan komik ve pembe-dizi vari olaylarla bezenmiştir.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151020290143929&set=o.285196264847327&type=1&theater
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)